4
Yorum
16
Beğeni
0,0
Puan
706
Okunma

Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen yazılan
Hayat hikayesinin 110.bölümü
Allah’ın izniyle kitabın sonuna doğru yaklaşıyoruz...
Tüm dostlara gösterdikleri ilgi ve yorumlarından dolayı çok teşekkür ediyorum.
lebbeyk, Allahümme lebbeyk
lebbeyke la şerike leke lebbeyk
innel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l mülk
la şerike leke
tekrar tekrar icabet sana ya Rabbi
tekrar icabet Sana
tekrar icabet Sana
Senin ortağın yoktur
her emrini ifaya hazırım
hiç şüphe yok ki
hamd ve nimet sana mahsustur
kainatın mutlak hükümranlığı senindir
bunların hiç birinde senin ortağın
ve benzerin yoktur
insanlar gibi şehirlerin de imtihanı vardır
kimi roma gibi bolluk içinde büyürken
israf ile sınanır
kimi babil gibi zenginliğin ve gücün zirvesinde
toprağın altına gömülür
kimi atina gibi bilgeliği umarken güç yitirir
kimi istanbul gibi ihtida eder
kimi kudüs gibi farklı inançların
uğruna öldürdüğü savaşlarla yaralanır
kimi pekin gibi komşusu açken
her daim şatafat ve teşrifata yeltenir
mekke’nin imtihanı da sınırlarda emaneti beklemektir
dünya yüzeyinin oluştuğu kadim dönemlerde
arabistan’ı afrika’dan koparan depremlerin ardından
sıkışarak patlayan
sivri kayalarıyla dikleşen
hicaz’ın tam ortasında
sıcağın kavurduğu topraklarda doğar
mekke
yerkürenin öfkeyle kustuğu
volkanik siyah taşlarla yanmış toprağı
sanki bir kraterin üstünü örter gibi
üç tarafından dağlık ve keskin yükseltilerle kundaklanmıştır
zımpara gibi yavaş yavaş aşındıran coğrafyası
doğusunda kalan kum çöllerini bile
iple çekilir kaçamaklara çevirecek ölçüde haşinleşmiştir
yaşamın kıyısındaki iklimiyle mekke’de hayat
ancak zemzemin tükenmez bereketi sayesinde
tahammülün sınırına çekilebilmiş
medeniyetin yıkıcı ilişkilerinden uzak kalmayı başarmış
bir kenttir mekke
büyük güçlerin ucunda
ama uzağında yer almış
necid’in çölleri kadar zor aşılan
korkutucu kızıldeniz sayesinde
tüm olumsuzluklarına rağmen
bir ticaret güzergahı olmuş
büyük kültür merkezlerine yaptığı komşuluktan
nasiplenmeyi becermiştir mekke
sonu gelmez yolların yalnızlığında ilerleyen çölün
derin ve ıssız boşluğunda
hayat bulmuş bir yarımadanın çocuğudur mekke,
zemzem ve ticaret
mekke’nin insanlık kadar uzun nöbetine
bedel olarak verilmiş küçük ikramlardır
mekke asıl itibarını
kendisine emanet edilen
yeryüzünün ilk mabedi kabe’den alır
çok daha bereketli yerlere rağmen
arabistan’ın baş tacı yapan da
bu mabet olmuş
kabe sayesinde
dini merkez haline gelmiş
yılın belli aylarında kurulan panayırlar
kervanlarla akan alıcı ve satıcılar
düzenlenen edebi yarışmalara katılan şairler
hatipler, abidler, zahidler ve hakemlerle
mekke’nin yarımada nezdindeki itibarı
çok daha artmıştır
ve mekke,
farklı din, inanç, adet ve ananelerin
bir mozaiği haline gelmiş
putlaştırılan tüm gelenek ve kültür
mekke’ye emanet edilmiştir
yeşile, suya, ziraate ve otlağa hasret
sonlu yaşam ile baki ölümün
medeniyet ile ıssızlığın
manevi alem ile maddi dünyanın
sınır boyunda tuttuğu bu binlerce yıllık nöbetle
zaman içinde
haşin ve sert bir çehreye bürünmüştür mekke
tarih boyunca kendine akan insan seli
ticaret oyunlarında kurnaz bir hale gelmeyi
öğretmiş şehrin yerleşiklerine
her türlü yatırım imkanını değerlendiren
sermaye sahiplerinin elinde
ticari hacmini genişletip
güç ve prestijini artırmış mekke
altın, metal, yünlü mamuller
baharat, boya, pirinç, şeker, çay, tahıl
değerli taşlardan oluşan onlarca ürünle tanışmış
erken dönemde mekke
kaderini tümden altüst edecek büyük değişimi
işte tam da yükselişe geçtiği bu dönemde yaşamış
son peygamber’in insanlığa mesajı
bu kentten yükselmiş
ibrahimi geleneğin yeniden dillenişiyle birlikte
mekke’nin gündemine
tevhid, nübüvvet ve ahret gibi
yoğun olarak temel inanç alanları girmiş
sık sık insanın ve evrenin yaratılışındaki düzene
dikkat çeken ilahi mesaj
daha ziyade inançla ilgili konularda yoğunlaşırken
putperestliğe ve şirke karşı da
güçlü bir isyan başlatmıştır
mekke’nin hakimi kureyş,
dünyanın iki ucu arasında yaşanan ticaret hattından
elde ettikleri küçük kazançların sarhoşluğunda
direnmiş ilahi çağrıya
atalarının dinine sahip çıkma bahanesiyle
peygamber ve ashabına karşı zulmü zirvelere taşımış
yoğun sosyal ve ekonomik ambargoların muhatabı kılınan
yeni inanç sahipleri için
mekke artık yaşanmaz hale gelmişti
kendinden menkul sandığı zenginlik ve liderliği
kaybetme korkusuyla
çıkarmış peygamber’i, doğduğu, büyüdüğü topraklardan
siyer-i nebi’nin en acılı yılları
mekke başlığı altında yazılmış
medine’ye hicret eden peygamber ve ashabının
mekke ile yaşayacakları hasmane ilişki
hudeybiye’de çözülmüştür
20 yıl boyunca süren katı düşmanlık
önemli bir yumuşama göstermiş
duygulu bir fetihle girdiği mekke’yi
yeniden vatan kılmamış kendine peygamber
ilan ettiği umumi afla
kendini inciten mekkelilere ders verirken
göçleri sırasında bırakıp gitmeye mecbur kaldıkları
taşınmaz malları dahi istememiş
yüce gönüllü nebi
mekke,
tevhid inancına boyun eğmiş
adeta ilahlar yuvasına dönüştürülmüş olan kutsal mabet
fetihle şirkten temizlenirken
son peygamber de insanlığa vasiyetini
bu şehrin zirvesinden yapmıştır
yerküreyi saran yüzlerce şehrin
gelişimlerini tamamlayıp
kendi kabuklarında durgun ve yeknesak bir yaşama
çekildiği bir çağda
mekke insanlık tarihinin
en yoğun çekim merkezlerinden biri olmuştur
o gün bugündür
mekke her gün yeniden doğuyor
yeniden tazeleniyor.
orada zamanın ve dünyanın ritmi değişiyor
orada hem mekke,
hem inananlar yeniden yeniden sınanıyor
peygamber’in fethi gibi
girmeye devam ediyor inananlar mekke’ye
muazzam bir püskürme ile boşalan volkan patlamasının
yakıcı ve kavurucu hava akımı üzerine
inşa edilmiş olan kutsal mabedinden
yükselen enerjisi ile
tüm insanlığa uzanıyor mekke
her gün binlerce defa
kulluğun ilahi güçle kurduğu zirveye tanıklık ediyor
lebbeyk,
Allahümme lebbeyk
işte sana geldim
mekke,
yeryüzünde tevhidin timsali ilk mabet kabe’nin
bulunduğu şehir
o kabe ki
çok mübarek ve insanların kıblesi
alemlere doğru yolu gösteren kabe’dir
mübarekiyeti ve hidayete vesile oluşu
tevhid-i ilahinin
mücessem bir delili olmasından ileri gelmekte
ilk banisi,
ilk insan
ilk peygamber hz. adem (a.s.)
onu bu gaye için inşa etmişti
zamanla gözden kaybolacak vaziyete gelmiş
fakat temelleri sabit kalmıştı
peygamberlerin babası lakabıyla anılan hz. ibrahim
oğlu hz. ismail ile birlikte
bu temel üzerine Allah’ın emir buyurmasıyla
kabe’yi yeniden inşa etmişler
kabe tevhit inancının
mücessem bir sembolü olmuştur yeniden
yeryüzünün bu en şerefli ve en faziletli binası
hala tevhit inancından uzak yaşayan
hatta bu inancı var güçleriyle ortadan kaldırmaya
müntesiplerini yok etmeye çalışan
kureyş müşriklerinin elinde bulunuyordu
bina ediliş gayesinin tam aksine
içi putlarla dolu duruyordu
tevhid inancının
bu inancın mümessili müslümanların
can düşmanları müşrikler
burada her türlü rezaleti irtikap ediyorlardı
gayretullaha dokunan
hz. adem (a.s.) ile hz. ibrahim’in ruhaniyetlerini rencide eden
müslümanların da kalp ve vicdanlarını derinden sızlatan
bu durumun bir an evvel ortadan kaldırılması lazımdı
bu mübarek mabedin
bu mabedin içinde bulunduğu mekke’nin
bir an evvel
müşriklerin kirli ellerinden kurtarılması gerekiyordu
hz. fahr-i alem (a.s.m.) bunu düşünüyor
bu maksadının tahakkuku için bir yol arıyordu
uzun zamanlar imkanlar ve şartlar buna el vermemişti
müslümanlar henüz az ve zayıf bir durumdaydı
müslümanların mevcut gücüyle
bunu elde etmek de oldukça zordu
üstelik medine’nin her an
düşman taarruzuna uğraması da muhtemeldi
bu gayenin bilfiil gerçekleşmesi için
islamın inkişaf etmesi
müslümanların çoğalması
güç ve kuvvet kazanması gerekiyordu
aksi takdirde bu yoldaki bir teşebbüs
sonuçsuz kalabilirdi
bir işe teşebbüste
zaman ve zemini değerlendirmeyi çok iyi bilen efendimiz
bu gayesinin tahakkuku için
Cenab-ı Hakk’ın
müsait şartlar ihsan etmesini sabırla bekliyordu
hicretin sekizinci yılında,
islam olanca haşmetiyle etrafa yayılmıştı
bir taraftan islamın en amansız düşmanlarından biri
hayber ve civar yahudileri
tabiiyet altına alınmış
diğer taraftan en büyük bir fetih ve zafer olan
hudeybiye anlaşması yapılmıştı
bütün bunlar islamın ve müslümanların
önüne geçilmesi imkansız
büyük kuvvet halini almış olduğunu ortaya koyuyordu
artık bu ulvi ve mukaddes gayenin
bilfiil tahakkuk zamanı gelmiş
gerekli imkanları Cenab-ı Hak ihsan etmişti
ortada bir mani vardı
o da müşriklerle yapılmış hudeybiye anlaşmasıydı
ahde vefada zirve noktasında bulunan
resul-i kibriya efendimiz
bu kudsi gayesi için de olsa
ahdini bozup müşrikler üzerine yürümeyi düşünmüyordu
kalplerimizin en ince noktasına nüfuz eden
gönlümüzden geçen her arzuyu bilip cevap veren
Cenab-ı Hak
sevgili resulünün de kalbinden geçen
bu ulvi arzuyu biliyordu
ona bu gayesini tahakkuk ettireceğini
daha iki sene evvelinden de haber vermiş
müjdelemişti
çok geçmeden,
Cenab-ı Hak bir sebep yarattı
hudeybiye anlaşmasının bir maddesi
kureyş’in dışında kalan kabilelere
istediği tarafın himayesine girebilme hakkını tanıyordu
bu haktan istifade ile
muahede yapıldığı sırada huzaa kabilesi
hz. resulullahın aht ve emanına girerek
müslümanlar tarafında yer almış
beni bekir kabilesi müşriklerin himayesini kabul ederek
onların tarafını tutmuştu
iki kabile arasında
uzun zaman devam edip gelen bir düşmanlık
bir husumet vardı
ihtimal bu düşmanlık neticesidir ki
eskiden beri peygamberimiz (s.a.v.)’in dedesi
abdülmuttalip ile anlaşmalı
müttefik bulunan huzaalılar
hz. resul-i ekremin safında yer alınca
beni bekirler de müşriklerin himayesine girmişlerdi
nübüvvet nurunun mekke’de parlamasına kadar
birbirleriyle kanlı bıçaklı olan bu iki kabile
bu nur sayesinde az da olsa birbirlerinden
kanlı ellerini çekiyor
bu çekiliş hudeybiye sulhuna kadar devam ediyordu
bir gün beni bekir kabilesinden biri
bir şiirle hz. resulullahı hicv ve tahkire yeltenir
huzaalılardan bir genç buna tahammül edemez
adamın başını yaralar
durumu öğrenen bekiroğulları
bunu huzaalılara saldırmak için bir sebep sayarlar
redfer