6
Yorum
29
Beğeni
5,0
Puan
665
Okunma

Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen yazılan
Hayat hikayesinin 57.bölümü
bir gül tazeliğinde selamlamak üzere gün seni
kalbine binlerce şafak dokunuyor gün ışığının parmak uçlarından
bir müjde giyiniyor sokakların çehresi
bir taze nefes olup göğsünde alıyorsun yeni alemi
bir diri bakışla çerçeveliyorsun kaldırımları
sokak gölgelerini, gürültüleri
sözüyle bütün sabahları müjde eyleyen kutlu elçi’yle
ağız birliği etmek üzeresin
göğün ve yerin nuruna elçilik eden o aydınlık yüz’ün
yöneldiği kıble dönüyor yüzüne
o ebedi tebessümün hep yine
hep yeniden doğduğu an öpüyor alnını
sana senden de yakın olanın
seni senin seni sevmenden de önce
sevenin sonsuz ve sessiz yakınlığı değsin alnına
secdede bekliyor sonsuz ve yumuşak yakınlıkların hepsi
sabah vakti
bin telaşın yamaçlarında savruluyor saçların
koşturmaların ortasında serin bir rüzgarı özlercesine
kıvranıyor kalbin
vaktin zirvesinde uykuların en talihsizi yakışıyor yakana
uyanmayı sonuna çok gören bir uyku bu
gün uykusu
gündüz sarhoşluğu
yoğun işlerin, önemli önceliklerin, ertelenmiş düşlerin sonrasında
yakınlıkların en güzelini özlüyor, sılasına uçmak istiyor ruhun
gelişiyle ateşlerin söndüren o elçi’nin bin umutla koştuğu
sonsuz tebessümle sığındığı o kapının eşiğindesin
varlığıyla sağır duvarları yıkan
bakışıyla küskünlükleri deviren
duruşuyla uzaklıkları eriten
gül yüzlü’nün özlendiği yere çağrılısın
tenini bin gülistanda ağırlıyor rükuların hepsi
ana şefkatinden öte bir şefkatle üzerine titreyen
kederlerinin hepsini kalbinden silip süpüren
korkularının cümlesini sessizliğiyle susturan o elçi’nin
durduğu yerde
durasın
durulasın
öğle vakti
gölgelerin uzuyor; hatıraların soluyor
güzün solgun yaprakların alnında birikiyor
eriyor vakit, kayıp gidiyor avuçların bile avuçlarından
tenin çekiliyor dünyanın kıyılarından
ayaklarını sıkı sıkıya bastığın toprak seni de çekiyor
isimsiz kalmış
unutulmuş bir taşın altına
beli bükülüyor mutlulukların
sesi kısılıyor hesapsız sevinçlerin
dudağı kuruyor sahte ümitlerin
asr’ı saadet eyleyenin elinden kanatlanıyor ümit kuşları
vakti, sonsuzluğun avuçlarına akıtan elçi’nin gözlerinden
uçuyor hüznün baygın kelebekleri
dünyayı, ebediyetin tarlası eyleyip
terk edilmiş tohumları uyandıran muhammed’in [asm]
yüzünden geçiyor sevinçli maviler
yüzünü sonsuz aynalara hazırlayan
sözünü sonsuz mutlulukların vadisine akıtan
gözünü bitmez huzurların pencere önüne taşıyan
o elçi’nin eğildiği yere eğil
rükularda dirilt ümitlerini
secdelerde bul yitirdiklerini
ikindi vakti
alaca zamanların
hoyratça tırmaladığı loş kentlerde bir yalnızsın
sağır vakitlerde bir çaresizsin
silahların konuştuğu,
hasetlerin kol gezdiği
kibirlerin boy verdiği
amansız kuyulara itilmiş bir yetimsin
elinden tutan yok
başını kurtaramıyorsun her akşam göğü kana bürüyen,
yıldızları karanlığa bulayan akşamların aldırışsız geçişinden
geri gelmiyor gün
bir dahası yok yaşamanın
akşamın kızılca kıyametini avuçlarında
gül kızılı bir dua eyleyen kutlu elçi’nin
müjdesi duyuluyor dinle
çürüyüp giden saatler
nefes nefes solan hayatın özünü
damıtmaya çağrılıyorsun seccadeye
ellerini sonsuzluğa bağla şimdi kıyamda
tükeniş rüzgarlarından uzak tutamadığın saçlarını
ahrete uzat şimdi rükularda
bir türlü vefalı aynalara vuramadığın yüzünü
sonsuzluğa akıt secdelerde
akşam vakti
gecenin koynuna yuvarlandı dünya
yakası çözüldü tutkuların
gömleği yırtıldı hırsların
ayağına yıldızlar dolandı sığ telaşların
gözler yeni avuntular arıyor renkli kuyularda
bir göz kapağının ardına savruluyor
kimlikler, benlikler, bencillikler
eşitleniyor alem
yetimin uykusunda bir rüya saltanatı uyanıyor
zalimin yastığında bin cehennem alev alıyor
aldatıcı aydınlıkları terk eden
yakıcı bencilliklere sırt dönen
rahmet yağmurunun altında
ıslanıyorsun
yalnızlığını insanı alaka’dan ve ilgiden yaratan Rabbiyle
sonsuz komşuluğa çeviren kutlu elçi’nin yolunu
adımlıyorsun
yüzünü çevirdiğin kıblede bekliyor vuslat müjdesi
sözlerin eylediğin ayetlerde birikiyor sonsuzluk nefesi
bedenini yoğurduğun namazda bekliyor seni
kerimlerin en Keremi
yokluğa meydan okumaya dönüştür şimdi namazını
bencilliğe karşı durmak için eğil
kibirlenmeyi aşağılamak için in secdeye
yatsı vakti
*
mekke’de iken müslümanlar ibadetlerini gizlice yapıyor
namazlarını kimsenin göremeyeceği yerlerde kılıyorlardı
dolayısıyla orada namaza açıktan davet etmek gibi
bir mesele söz konusu olamazdı
ancak, medine’de manzara tamamıyla değişmişti
dini serbestiyet vardı
müslümanlar rahatlıkla ibadetlerini ifa ediyorlardı
din ve vicdanları baskı altında bulunmuyordu
müşriklerin zulüm, eziyet ve hakaretleri de
mevzu bahis değildi
mescid-i nebevi inşa edilmişti
müslümanları namaz vakitlerinde
bir araya toplayacak bir davet şekli
henüz tesbit edilmemişti
müslümanlar gelip vaktin girmesini bekliyor
vakit girince namazlarını eda ediyorlardı
resul-i ekrem bir gün
ashab-ı kiramı toplayarak kendileriyle
nasıl bir davet şekli
tespit etmeleri gerektiği hususunda
istişare etti
sahabilerin bazıları
hristiyanlarda olduğu gibi çan çalınmasını
diğer bir kısmı yahudiler gibi boru öttürülmesini
bir kısmı da mecusilerin ki gibi
namaz vakitlerinde yüksek bir yerde
ateş yakılmasını teklif etti
peygamber efendimiz,
bu tekliflerin hiç birini beğenmedi
o sırada hz. ömer söz aldı
ya resulallah… halkı namaza çağırmak için
neden bir adam göndermiyorsunuz…diye sordu
resul-i ekrem o anda
hz. ömer’in teklifini uygun gördü
hz. bilal’e,
kalk ya bilal, namaz için seslen ….
bunun üzerine hz. bilal
bir müddet medine sokaklarında
essela, essela… diye seslenerek
müslümanları namaza çağırmaya başladı
aradan fazla bir zaman geçmeden
ashabdan abdullah bin zeyd bir rüya gördü
rüyasında, bugünkü ezan şekli kendisine öğretildi
hazret-i abdullah sabaha çıkar çıkmaz
sevinç içinde gelip rüyasını
peygamber efendimize anlattı
resul-i ekrem,
inşallah bu gerçek bir rüyadır… buyurarak
davetin bu şeklini tasvip etti
hz. abdullah, resul-i ekremin emriyle ezan şeklini
hz. bilal’e öğretti
hz. bilal, yüksek ve gür sedasıyla
medine ufuklarını ezan sesleriyle
çınlatmaya başladı
Allahü ekber, Allahü ekber
Allahü ekber, Allahü ekber
eşhedü enlailahe illallah
eşhedü en lailahe illallah
eşhedü enne muhammede’r-resulullah
eşhedü enne muhammede’r-resulullah
hayye ale’s-salah, hayye ale’s-salah
hayye ale’l felah, hayye ale’l felah
Allahü ekber, Allahü ekber
lailahe illallah
medine ufuklarının
bu seda ile çınladığını duyan hz. ömer
heyecan içinde evinden çıkarak
resul-i ekremin huzuruna vardı
durumu öğrenince
ya resulallah
seni hak dinle gönderen Allah’a yemin ederim ki
abdullah’ın gördüğünün aynısını ben de gördüm
biraz sonra birkaç kişi daha geldi
aynı rüyayı gördüklerini söylediler
peygamberimiz (s.a.v.) birkaç kişinin
aynı şeyi görmesinden dolayı
Allah’a hamt etti
islamın ne derece fitri ve nezih bir din olduğu
bu davet şeklinin tespitinden de anlaşılıyor
redfer
5.0
100% (17)