PORTRELER (41)Şiirin hikayesini görmek için tıklayın “Ben bir insan, / ben Türk şairi Nâzım Hikmet
ben tepeden tırnağa insan / tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret...” Dün Nâzım Hikmet’in 120. yaş gününü kutladık. Coşkulu etkinliklerin birçoğunun arkasında Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı ve ülkemin aydınlık, güzel insanları vardı. Hepsine gönül borcum sonsuz! Benim günüm, önce Halk TV’de S. Asker’in “Görkemli Hatıralar”ında, Esenyurt ve Beylükdüzü’ndeki etkinliklerde geçti. Her ikisinde de öylesine muhteşem, öylesine coşkulu gençlerle karşılaştım ki bir kez daha bu ülkeden umut kesilmez dedim. Ve dünün ardından, sizleri karanlıklara boğacak bir yazı yazmak istemedim. Bu nedenle sözü, dünyayı, memleketini ve sevdiği kadını düşünen, üçünü birbirinden ayırmayan, umudunu asla yitirmeyen, geleceğe inanan şaire bıraktım. Ülkemin hapishanelerinden dünyaya uzanan şiire… (Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı sayın Zeynep Oral’ın DÜNYA, MEMLEKET VE SEN adlı 16 ocak 2022 günki yazısının başlangıcından aynen alınmıştır. Yazının devamında; Usta Şair Nazım Hikmet’in bizlere İstanbul’dan, Bursa’dan, Dünya ve Kainat’tan seslendiği şiirlerini mutlaka okuyunuz.)
BİR HEYKEL, İKİ MARTI VE ÜÇ ŞAİR
Düz, yalın ve bilge üç merdiven üstünde bir bronz heykel kalın, uzun, kışlık mahpushane abasını sermiş altına, çapraz ayaklarını denize doğru uzatmış hafif yana yatmış oturuyor. Bir eli ütüsüz-kırışık keten pantolonunun dizinde, öbürünün dirseği yanda duran mermer sandığın üzerinde ve elinde ucu süngü gibi sivri tunçtan kalemi ile... Hayır yazmıyor! Neden mi? Yazsaydı kağıda değerdi kalemi! Tunç heykelin dirseği altındaki kağıt rulo, -mermer oda- sığmıyor kağıda. Salarak kendini aşşağıya basamak-basamak basarak merdivenleri, dalgalı bir örtü gibi kayıyor İskele Meydanı‘na. Bu Adam bıçak gibi ağzını açmadan tutuyor elinde demir, bakır, kalay, kurşun karışımı tunçtan kalemi. Öne eğimli boynunu uzamış dim-dik ileri; Kıpırtısız, kararlı, mağrur ve derin gözleriyle ne bakıyor kağıda nede kalabalığa. İki Martı -tunçtan değil, canlı- biri kıvırcık saçları üzerinde heykelin, omuzdakinin boyu ise heykelin kulağına değin; İlkin fısıldıyor, ona birşeyler söylüyor, sonra başını öne eğip, kanat çırpıp gülüyor. -yada bana öyle geliyor- Heykel mağrur, heykel ciddi, heykel tunçtan, heykel taş gibi suskun duruyor; Heykel, heykel olmanın, bu merdivenlerde oturmanın sorumluluğunu duyuyor. Diğer martı -heykelin kıvırcık saçları üstünde duran- açtı gergin kanatlarını, çırpmadan kayıp-kondu diğer omuzuna bu sorumluluğun. Her otu yemesini gayet iyi bilen ben Martıca’dan hiç anlamam ama, zannımca; "Haydarpaşa Garında..."(*) Diye başlayan bir şiir idi kulağıma gelen; "1941 baharında Memleketimden İnsan Manzaraları -1- Şiirinde "garip şeyler düşünmekle" meşhur olan Galip Usta değil bu Adam. Uzun, kalın, kışlık mahpushane abasının üstünde yayılarak-yan yatmiş merdivende oturan belli ki şairin kendisi; "Merdivenlerden mahkümlar çıkıyordu Bir mahküm başını kaldırdı ve heykele baktı; "Mahkümlar durakladı. Dur hele Kara Zurna, sen yine hepten sapıttın! O günün Ana Garı’nı bugünün "İstanbul Kültür ve Sanayi Fuarı" yaptın, yinede birşey demedik; " Mahkümlardan biri şairin kendisidir!" dedin, haydi onuda yedik! Diyelim ki; Merdivenlerde durup heykele bakan mahküm şairin kendisi, ya bu Tunç Heykel de neyin-nesi? Ayrıca; 1941 yılı nerde, bugün nere? Aradan üç çeyrek yüzyıl geçmiş bre! Bu mahkümlardan biri nerden bilebilirdi ki günün birinde bu merdivenlere heykelinin dikileceğini? Sen karıştırmışsın herşeyi! Valla, 75 yıl nedirki usta? Bakarsın üç çeyrek yüzyıl sonra -tahminen 2100 yılı ortalarında- martı olarak tekrar gelirsem dünyaya, konarsam kıvırcık saçlarına bu sorumluluğun, uçmadan gergin kanat açar, çırpınmadan sıçrar, kayarsam omuzuna, fısıldarsam martıca kulağına 150 yıl önce yazdığı şiirini… 75 yılda gelmişse ustam buraya kadar, demekki daha bir 75 yılı var heykelin dikileceği. Bence Şair ileriyi görebildiği sürece daimdir! İnsan olduğu için ölür, yıllar sonra gelir aynı merdivenlere dikilmiş heykelini görür! Üçüncü şair Eskişehir Atatürk Lisesi emekli edebiyat öğretmeni Muharrem Kadir heykelin ardında ayakta durmuş, heykel oturmuş -uzun boyuna rağmen heykel ile aynı boyda- gözlüksüz miyop gözleriyle, boynunu yana kırarak, burnunu metne yaklaştırıp ters olarak, mermer sandık üstünde duran, mermer sayfadaki, mermer harflere gömülü, mermer şiiri okumaya devam etti; "İşte geldik gidiyoruz, (**) Emekli Muallim Muharrem Kadir Meraklı olduğundan mı kimbilir; Şimdi merdivenleri tek-tek inerek geri, dalgalı sayfadaki şiiri, gözlüğünü takmış, metinden uzaklaşmış bir şekilde düz olarak okuyarak indi bir basamak; "Işığından birazcık" Bir basamak daha; "Birazcıkta kederinden, Son merdiven; "biraz daha umutluyuz, Muarrem Kadir, aynı zamanda şair; -kendisini oldum olası öyle bilir- "Acaba Nazım bu şiiri Haydarpaşa Garı otel olacağı içinmi -sanatçının geniştir hayali- 1958 yılında, yurdışında, Pitsuna’da yazdı?" Diye düşündü, buna martılar bile güldü; "Bende gidebilmek için yurtdışına acaba diktatör mü demeliydim İsmet Paşa’ya, böylece hapsemi girmeliydim?" Dedi. Köy Enüstitüleri‘ni başından beri sevmezdi, hele oradan gelenleri, sonra çok parti, nihayet demokrasi. Biri; " Haydi Bey, ileri, tireni kaçıracağız!" Diye onu öne iti. Emekli Muallim Muharrem Kadir Efendi çekildi yana ama mermer erdivende oturan, tunçtan Nazım’a bakan kısılmış gözlüksüz miyop gözleri; " Ben çoktan kaçırdım o tireni!" dedi. Tek arzusu Paris’e gitmekti; " Herkes gitti, bir ben, neden?" Sebebini bilmeden birgün sınıfta öğrencilerin önünde gözyaşlarını tutamadı ve hüngür-hüngür ağladı. Zengin bir aileye iç güveydi Eskişehir Atatürk Lisesi edebiyat öğetmenliğinden emekli Muallim Muharrem Kadir Bey, iç pilav gibi bir Şey! -zeytinyağlı, kuş üzümlü, çam fıstıklı, dolma baharatlı- çözdü işaret parmağının kancasıyla, gevşetti gravatı; „ Medeniyet Yuları!“ derdi, yinede giyerdi. Sonrada beyaz gömleğinin kolalı yakasını kollayan sedef, mini, dört delikli düğmeyi çözdü, cepkeninin üst cebinde sokulu duran beyaz mendili çekti-çıkardı, gözyaşlarını sildi, mendil öğrencilerden utandı. Çok şiir yazdı, hatta kendi parasıyla bir kitap bile çıkardı; " Nazım’ı taklit etti!" denir. Başarısızlığına hep onu sebep gösterir; " Ne yapmak istediysem onu yazmış, bana birşey bırakmamış!" der, hayat hikayesini ve şiirlerini ezbere bilir, hem kızar-hem beğenir, hem sever-hemde tenkit eder; " Ne yazmışsa benden almış birader!" Eli değmez kaleme Nazım’ın şiiri kendine özel bir gevelemedir ona göre; " Niçin taklit edeyim, kendimi tekrarlamak için mi?" Bitirmeden bozar şiiri, hatta başlamaz bile! Ulaşamadığı ciğere "Mundar!" diyen kedi gibi bilir, yazacağı şiir ustasının eseridir. (*) Nazım Hikmet - Memleketimden İnsan Manzaraları 1 - (**) Nazım Hikmet -Hasretin Adı- Ammann Yayınları - Almanya - Sayfa 244- Bu üç portre „HAYDARPAŞA GAR OTELİ ŞİİRKAYELERİ (9) dan aynen alınmıştır. Şiirkayelerin tümünü oguz can hayali takma adım altında edebiyatdefteri.com’da okuyabilirsiniz |