0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1012
Okunma
2015 yılında Haydarpaşa Garı’nın otel olması tehlikesine karşı 10 adet HAYDARPAŞA GARI ŞİİRKAYELERİ yazmıştım. Güncel olarak Haydarpaşa Garı’nın ek binaları, eski alanları, atıl depoları yeniden tehlikeye girdiğinden, bu tarihi mirasa sahip çıkmak amacıyla "Dava sona erene kadar" onun üzerine şiir yazmaya devam edeceğim.
Niçin hayal kurarız,
neden çözüm ararız hülyada?
Niye görürüz rüya,
hatırlar- anlam çıkarmaya çalışırız?
Kim keşfederdi Amerika’yı
Kristof Kolombus gibi
Hayal olmasa?
Şiir düzülmez, roman yazılmazdı,
Ata’m ayağını Samsun’a basmazdı
Astronot Ay’a!
Biz ne sahip çıkardık Gezi Parkı’na,
ne de Çanakkale-Kirazlı Ormanları’na
hayal olmasa!
Hayal olmasa
Abdal-Derviş-Ozan hiçkimse düşmezdi
yollara yollara,
başarılamazdı hiçbir keşif nesil-nesil,
savaşta bitmezdi olurduk esir,
seçimede gitmezdik oy kullanmaya;
"Onlar çoğunlukta ya!"
Hayal plmasa.
"Ana Gar’ın önündeki ()
düz-yalın-bilge
üç merdiven üstünde
bir Tunç Heykel,
kalın ve uzun kışlık mapushane abasını sermiş altına,
çaprazladığı ayaklarını denize doğru uzatmış,
hafif yana yatmış
oturuyor.
Bir eli
ütüsüz kışlık keten pantolonunun dizinde,
öbürünün dirseği
yanda duran mermer sandığın üstünde
ve elinde
ucu süngü gibi sivri tunçtan kalemi ile...
Hayır yazmıyor,
yazsaydı kağıda değerdi kalemi!
Tunç Heykel’in
dirsek altı kağıt rulo,
-mermer oda-
sığmıyor sandığa;
Salarak kendini aşşağıya,
basamak-basamak basarak merdivenleri
dalgalı bir örtü gibi
kayıyor iskele meydanına.
Bıçak gibi ağzını açmadan
merdiven üstünde oturan bu adam,
tutuyor elinde;
Demir-bakır-kalay-kurşun karışımı tunçtan kalemi,
öne eğili boynu uzamış dim-dik ileri,
ne bakıyor kağıda,
nede kalabalığa.
Mağrurca ve sadece
kıpırtısız-kararlı-derin gözleriyle
engin denize."
Yalnızca
bir benmi görüyorum bunları;
Merdivende oturan Tunç Heykel ve kalabalık
yokmu aslında?
Delirdim mi ben, yoksa uykudamıyım artık?
Tanrım!
Hayalmi gördüklerim yoksa
düş gücüm-sanrım?
Tek-tek
birbirini iterek
yorgun kelimelerle ağzımdan çıkan
ve ard-arda koşan
gerçek,
dudak ucumdan inatla ileriye atılıyor
cümle-hece -kafiye
oluyor
satırlarda şiir,
akıl alacak gibi değil!
"Eskişehir Lisesi Emekli Edebiyat öğretmeni
Muharrem Kadir bey şimdi
bu heykelin ardında ayakta durmuş,
heykel oturmuş
-ikiside aynı boyda-
boynunu kırmış hafifçe yana,
gözlüksüz gözleriyle heykeli bir süre seyrettikten sonra
başını yere çevirdi,
kısık gözleriyle öne eğildi,
burnunu dahada yaklaştırdı sandığa.
Mermer sayfada,
mermer harflerle yazılı,
mermer sandık üstünde duran ters şiiri,
miyop gözleriyle başladı okumaya;
"İşte geldik gidiyoruz,
hoşçakal kardeşim deniz.
Biraz çakılından aldık,
birazda mas-mavi suyundan,
sonsuzluğundan da biraz."
Emekli Muallim Mumammer kadir
merakından mı nedir?
Şimdi merdivenleri
inerek geri-geri,
dalgalı mermer sayfadaki şiiri
gözlüğünü takmış,
metinden uzaklaşmış
bir şekilde
düz olarak;
"...ışığından birazcık,"
Diye okudu,
bir merdiven daha inerek durdu;
"...birazcıkta kederinden,
birşeyler anlattın bize
denizliğin kaderinden..."
Bir merdiven daha;
"...biraz daha umutluyuz,
biraz daha adam olduk,
işte geldik gidiyoruz,
hoşçakal kardeşim deniz!"
Dalgalı sayfanın sonu;
"17 Eylül 1958"
Tarihiyle son buldu.
Muallim Muhammer Kadir,
aynı zamanda şair;
-kendini oldum olası öyle bilir-
"Acaba Nazım bu şiiri
Haydarpaşa Garı’nın otel olacağını
bildiği içinmi
-sanatçının geniştir hayali-
yurt dışında Pitsuna’da yazdı?"
Diye düşündü,
buna martılar bile güldü;
"Bende gidebilmek için yurt dışına
acaba İsmet Paşa’ya
"Diktatör" mü demeliydim,
hapsemi girmeliydim?
Araya uzun yıllar girdi,
Eskişehir lisesi Edebiyat Öğretmeni
oldu emekli.
Köy Enüstitülerini başından beri sevnezdi
hele oradan gelenler!
Sonra çok parti
ve nihayet Demokrasi!
Göz yaşlarının ıslattığı nemi
miyop camlardan silmek için gözlüğü eline aldı.
Biri;
"Haydi bey, ileri.
Kaçıracağız tireni!" Diye onu öne itti.
Emekli Muallim Muhammer Kadir efendi
çekildi yana
ama
mermer merdivende oturan,
Tunç’tan Nazım’a bakan
kısılmış gözlüksüz gözleri;
"Ben çoktan kaçırdım o Tireni."
Dedi.
Tek arzusu burslu olarak Paris’e gitmekti;
"Herkes gitti
bir ben
neden?"
Sorusunun sebebini bile bilmeden
birgün sınıfta,
öğrencilerinin önünde gözyaşlarını tutamadı
ve
hüngür-hüngür ağladı.
Zengin bir aileye iç güvey
Emekli Muallim Muammer Kadir bey,
-iç pilav gibi bir şey-
zeytinyağlı, kuş üzümlü, çam fıstıklı, dolma baharatlı
işaret parmağının kancasıyla çözdü, gevşetti gravatı.
"Medeniyet Yuarı!" derdi,
yinede giyerdi-
Beyaz gömleğinin kolalı ve balinalı yakasını kollayan
açık, dört delikli, küçük sedef düğmeyi ilikledi,
cepkeninin üst cebindeki beyaz mendili çıkardı,
gözyaşlarını sildi.
Mendil öğrencilerden utandı.
Emekli Muallim Muammer Kadir;
Çok şiir yazdı,
hatta kendi parasıyla birde kitap çıkardı;
"Nazım’ı taklit etti!" denir,
başarısızlığına hep bunu sebep gözterir,
onun hayat hikayesini ve şiirlerini ezbere bilir,
hem kızar-hemde beğenir;
"Ne yapmak istediysem onu yapmış,
bana birşey bırakmamış." der,
hem sever, hemde tenkit eder;
"Ne yazmışsa benden almış birader!"
Nazım’ın şiiri;
"Kendine özgü bir geveleme" dir ona göre.
Ulaşamadığı ciğere
"mundar" diyen kedi gibi;
"Tekrarlamak için mi kendimi,
taklit edeyim seni?"
Der,
bitirmeden bozar şiiri,
-Daha da beter-
başlamaz bile,
elini değdirmez bir daha kaleme,
bilir;
Yazacağı şiir
ustanın eseridir."