1
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
899
Okunma
azala azala çoğalan bir şeyler vardı adamın elinde. kadının ellerinde gebe bırakılmış bir yığın söz!
ellerinde içi doldurulmamış defter yaprakları, kimin yazacağı bilinmeyen!
yazmak birazda azmak düşlerinde, şımarık çocuk telaşı bu…
canımı kıran ve sonra kaçan!
(...)
ahh bu benim savrukluğum,
savrulmuşluğum.
parmak ucu serhoşluğum
aysız gecelere düşen,
bir yığın gölge içim
bir yığın söz.
hangi şiirine demirlesem
hüznün akar omuzuma bulaşır.
şarkısı ayrılığın,
geceden önce gel ama
yüreğimin içindeki seyyah
güneşten sonra yine gel…
ben parmak uçlarımdaki melekle kanatırım gözlerimdeki seni…
sabaha kadar yası tutulmuş,
bir dokunuş kalır
duvarlarımda nemli..
tam baş ucumda
kara kalem bir yüzün var
hiçbir aynada kırılmayan.
oyuncağı kendine susmuş
bir çocuk bakışı kalır geriye,
eldivenlerime sığmayan
seslerden arındım,
yaka bilir miydim
dudaklarını yoksa!
oysa sana
yasaklanmışken ben,
uzun sürüyoruz,
sesi soluğu kesilmiş
sokak aralarına sıkışmış
ve sıkılmış günlerde…
karnımı yararak çıkacaktı
kimi sevseydim kanatları,
öyle demişti ama kimliksizliğim yetmiyordu birini sevmeye,
unutkanlığımdan gelen sözlerle çizdiğim yüze yüzsüzlüğümle dokundum.
off be küçüğüm
kalbimin bir yüzü yok,
arsız ve eksik
bütün susuşlar…
uzağa ve yakına bırakılmış
hissizlik yokluğun.
yak ucu ucuna yetecek
kara borsa sesleri ki
bir yürek günlüğü gibi
yazılan bütün harfler…
fazlaca rutubetli
yokluğunda,
yalnızlıklardan alıngan çocuklarla oyun bozan
sözler biriktirdim…
sayaçları kapatılmış
evler gibiyim,
tam sayımını yapamıyorum yüreğimin üç ‘ten’ sonrasına yetmiyorsun sen!..
demir başları eksik
ömür bu…
senin ve benim gözlerinde
şiirler ve martılar var...
gitmenin bir yolculuk olmadığını bilmek
ve yolu sadece yürümek
anlamını yitiren son şey!
gitme...
(...)