ben hüznü ayak seslerinden tanırım
sarrafı olamadığımdan adamın
ısıramadığımdan kulağını ayarını bilemem
ama o kapı tokmağına elini uzatsa
sevinci kandırıyor da olsam
en uzağından kokusunu alırım
askerin kesilen telefonundadır
hüzün zor sayılan şafağı tez yaktırır
diyeceğinin yarısını demiş
yarısı zehir olup dilinde kalmışken
beş yedi nöbetinde demini ancak alır
firar karşı dağ kadar yakındır
sabır kaçak bir sigaradır şarjörde gizlenen
hapishanede bir
bayramın sabahındadır
hüzün arifeden yoklayan
başını kaldırsan
maviye çarpar gözlerin
sanırsın ak gerdanda sarı lira
koynundaki
beyaz maviye ne güzel yakışır
ufku ararken cenabet duvarlar selam eder
bastığın beton mu toprak mı belli değil
karıncanın bile yurt demediği
bir ucube
kahverengi
boyu on metre bir voltadır
hüzün gideninin ardında bıraktığı gamzedir
hüzün adamım diyenin kavisinde dik duramadığı
kâh hilal olur kâh hançer
olmadık
zamanda
doğar ışıl ışıl
hazır değilken batar dimdik
bir kadeh rakı cana minnet olur
iki damla
gözyaşıdır
hüzün yanaklardan usulca yuvarlanan
ben hüznü ayak seslerinden tanırım
ve ne
zaman bulaşacak olsa bana
delikanlı bir teselli uç verir yüreğimde
“insansın” diye bağırır kulağıma avaz avaz
yankısı ayak parmaklarımda sonlanır
asıl olan bir nefes bitmedikçe yaşarım
hüzün otursa da kaburgalarıma ağırlığınca
ben onu her halde de boğarım