6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1655
Okunma
bir sefer daha sev İstanbul`u düşürdüğün gözlerimden
okşayamazsın mavi saçlarını bu mevsim
gezinirken mıh gibi çakılı kubbelerden
dünümü ıskalayan aşk
öyle saf medet umuyorsun ki yarınından
görmezden gelerek lime lime dökülen parçalarımı
ışığa düşer gibi düşüyorsun
keder aynası yüzüme
işte o an
dökülüyor kor merhametin gözlerimden
bir nisana daha yüz sürüyorum
feyiz almak için tazeliğinden
yayılırken eflatun mumların ışıltısı geceye
yangınım
dünden kapalı yollarım
yarına çıkmaz bu külden belalı
yokluğun An-kara ayazıydı
kavurduğu her yanımda hicrana biten bayır dikenleri
kavrıyordu karanlığın kanatları ruhumu
açmıyordu ekilen gün buz yanığı göğsümde
hasedim vardı kaptırdığım güneşe
hülyalarımdı
gizleyen dünyayı göğüs kafesine
şimdi senle dirilen umut
çıkar dibine denizin
ah gecikmişlik
yosma sokakların koluna giren sarmaşıklar gibi
kısmeti eziyet özgürlük
nasıl oturur cennetine inanmayan
sunağa sunulan yaban
avuçlarımı nasırlaştıran duvarlar
uykumda gıcırdayan hıncı kendine dişlerim
ne kadar sıktıysam da ısıramadım katil gölgelerini
ah bebeğim
gözlerimin gördüğünü içseydi yüreğim
sürgün vermezdim hicrete
laçkalaşmış usların
kargıyı göğüme saplayışlarının arifesiydi
böyle kanırarak başladı söylencem
senden yoksun güncelerde
bakma demir gibi duruşuma
her aciz bırakıldığımda
ağlardım sığınıp sığınıp sessizliğe
eriyip eriyip dökülen
teksir yaralarım çelikten zırhtı
işlerken hüznü sesime
telaşında iken heyelanlarımın
yakalandım kara sevdanın tutkulu bakışlarına
baharla döşenen kahverengi tomurcuğum
sivrilmiş aç yeşilin damlaya
kozaya düşmüş kelebek misali
yenilmeden ütopyana
dirilişine eş olmalı toprağı yakan cemre
yeniden yenilen yenilen yenilen…
Sude Nur Haylazca