37
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2539
Okunma

Ordu evi müdürlüğüne vekâlet ediyorum. Orduevi müdürü albayım generallik kursuna gitti. Adli yetkileri hariç, tüm yetkiler bende. Gecem gündüzüme karışmış. Mesaim yirmi dört saat. Komutan, gelen giden misafirler, her gün artan iş hacmi bunaltıyor beni.
Statüde ordu evleri kurmay başkanlığına bağlıdır. Eşiyle her gün gelir. Yemeğini yer beğense de beğenmese de tenkit eder gider. Yemeğin en bolu balığın en büyüğü tatlının kaymaklısı hep onadır. Adam sanki gurme. Laf olsun diye konuşuyor. Tenkit ettiği yemeğin tabağı bomboş. Yıkamaya gerek yok ama yinede memnun değil. Hanımı facia, sanki hanedan, hani derler ya:
“Ektiğim biçtiğim nohut şehre geldin de leblebimi oldun? Veya yumurtadan çıktın kabuğunu mu beğenmiyorsun” Misali.
Nefes nefese gelen postam:
“Komutanım iki yaşlı çift sizinle görüşmek istiyor.”
“Gelsinler oğlum”
Odaya nur yüzlü bir kadın yanında altıgen kasketi elinde bir amca girdi. Ayağa kalkıp tokalaştım.
“Hoş geldiniz anne, hoş geldin amca, buyur şöyle oturun”
İki side tedirgindi. Çekinerek gösterdiğim koltuklara oturdular. Postaya bizlere çay getirmesini söyledim.
“ Sağ ol evlat yolumuz uzundu. Ama ulaştık ya”
Kars’tan gelmişlerdi. İki vasıta değiştirmiş. Yaklaşık otuz saatlik yol kat etmişlerdi. Yorgunlukları her hallerinden belliydi.
Kurmay başkanımızın anne ve babasıydı. Yanlarında kalkıp yan odaya geçtim. Komutanımızı aradım.
“Komutanım anne ve babanız geldiler şu an odamdalar.”
“Tacettin, burada olduğumu söyledin mi?”
“Evet, komutanım evinize bırakalım mı? yoksa siz gelecek misiniz?
“Neden burada olduğumu söyledin ki? Neden gelmişler? Allah, Allah”
Elimdeki telefon ahizesini olanca gücümle sıktım. Kan beynime sıçradı. Şaşırdım.
“Nereden bilecektim ki komutanım. Sizi sorunca, evet burada dedim. Bana önceden bir şey demediniz ki.”
“Tamam, kimseye bir şey söyleme? Onlara bir oda tahsis et istirahat etsinler. Ben geleceğim.”
“Başüstüne”
İçimden bir şeyler kopmuştu. Yüzüm kızarmış. Avurtlarımı sıkıp duruyordum. Kat görevlisini çağırtıp teyzeyle amcayı odalarına götürdüm. Baş başa bırakıp odama döndüm.
Aradan üç gün geçti. Hep onlarla ilgilendim. Komutanımız hiç gelmedi. Bulunduğu konumdan rahatsız olan misafirlerim bir sabah odama geldiler. Valizleri hazır belli ki veda edeceklerdi.
“Bize müsaade oğul, her şey için sağ olasın. Oğlumun işleri çok bizde artık gidelim. Çok rahat bir yer ama inan memlekette çok işlerimiz var. Bize gidiş bileti tedarik edersen çok memnun oluruz. Ben bütün masraflarımı ödedim. Senide hiç unutmayacağız sayende çok rahat ettik hakkını helal et.”
İçim daralmış boğazıma bir şeyler düğümlenmişti. Yutkunamadım kesik, kesik:
“Güle, güle amca kalsaydınız komutanımız gelir. Hiç görmeden gidilir mi?
Tüm ısrarlarım boşunaydı. Cebinden iki küçük kutu çıkardı. Bunu oğlum gelince ona ver. Derken üzüntünün doruğundaydı.
Otogarda yolcu ettim. Ellerini öpüp uğurlarken bana sıkıca sarılıp yüzümden öptü. Gözlerinden akan yaşlara mani olamıyor, her saniye bana sıkıca sarılıyordu. Nur yüzlü anam ağlamaktan gözleri kızarmıştı.
“Hakkını helal et oğul, çok emeğin oldu. Bizlerle çok ilgilendin, sağ olasın var olasın”
Hiçbir şey diyemiyordum. Veda ya kalkan elim sanki tonlarca ağırlıktaydı. Otobüs gözden kaybolana kadar bekledim.
Odalarını temizleyen görevli:
“Komutanım bu ağzı açık zarfı masanın üzerinde buldum.”
Zarf kapanmamış. Belli ki bizlerinde okumasını istiyordu. Kapıyı kapatıp okumaya başladım.
OĞUL
Bizden utanmana gerek yok. Bizler seni doğuran büyüteniz. Bilsem ki benim ömrüm seninkinden uzun rabbim benimkini sana nasip etsin. Buçuklar bana yüzyıllar sana.
Oğul kokunu özlemişim. Boyunu, bosunu, göresim gelmiş. Bana ana dediğin baba dediğin dillerini özlemişim. Bizi ayakta tutan varlığındır oğul.
Göremedik ama bir kız bir oğlun varmış. Allah bağışlasın. Sana memleketten sevdiğin kuşburnu ve karamuk karışımını birde sevdiğin keteler getirdim. Onları yiyesin can.
Dünya gözüyle bir daha görelim dedik. Ama devlet işlerin çokmuş. Önemli olanda budur. Köyünü, ananı, babanı unuttun ama devletini asla unutma oğul.
Sana hiç kabahatimiz olmadı. Cahillik yazgımızmış. Köylüydük ama başımız dik alnımız ak gezdik. Ne istediysen elimizden geldiğince yapmaya çalıştık. Her yerde resmin koynumuzda herkese gösterip gururlandık.
İstediğin kızla evlendin bir şey dedik mi?
Çocukların olmuş. Bir gün gördük mü?
Senden para pul mu istedik. Boş ver gevezelik ediyorum. Bağışla. Ben hakkımı helal ettim. Sende edesin. Ayağına taş değmesin göğsünde ak tüyler bitsin. Dallı budaklı olasın. Rabbim bize yaşattıklarını sana yaşatmasın.
Yer, yer üzerine gözyaşlarının dökülerek iz bıraktığı yazıyı okuyunca içim eridi. Kinim dağlar gibi, nefretim anlatılmaz. Bana verdiği kutuları açınca iki tane beşibiryerde altın vardı. Buruşuk kâğıda yazılmış notta:
“Görmek nasip olmadı. Canım torunlarıma”
Yazısı içimi kavurdu. Komutanıma emanetlerini verip, gittiklerini söyleyince pekte umursamadı.
Aradan geçen yıllarda komutanımız terfi etmiş. Büyük makamlara gelmişti. Emekli olup İzmir’e yerleştim.
Bir gün televizyon haberlerinde Ergenekon davasında tutuklandığını duyunca hiç şaşırmadım. Yıllar önce beni şaşırtmış, bu gün bile cevabını bir türlü bulamadığım suallerle baş başa bırakmıştı.
Bazen boş zamanlarımda huzur evlerini ziyaret ederim. İzmir İnciraltı huzurevinde bakımlı yaşlı bir teyzeyle sohbet ederken masasının üstünde büyütülmüş iki resim duruyordu. Oğulları olduklarını söyleyen gözü yaşlı teyzem iki sininde konumlarının çok önemli mevkilerde olduğunu zengin olduklarını fakat İstanbul huzur evlerine değil de İzmir’e getirdiklerini söyledi.
“Anne senin bizim olduğumuz şehirde olman bizlere zarar verir. Biz seni buraya yerleştirelim. Ziyaretine gelir gideriz. Dediklerinde midem bulanmış. Her şeyi varmış gibi görünen teyzenin hiçbir şeyinin olmadığını görmüştüm.
Ana baba olduktan sonra göreceksiniz ki, kendi mutluluğunuzdan çok, çocuğunuzun mutluluğu ile mutlu olabilirsiniz. ( BALZAC)