5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1560
Okunma


Hava bunaltıcı olmayacak derecede sıcak.İş yerine en yakın park olması nedeniyle kitabımı kapıp öğlen bir süre için yine güvenparktaydım.Belli aralıklarla çalışan havuzun fıskiyesi ile bu sıcağa biraz serinlik katarak kitabımı okumaya çalıştım.Yinede dikkatim insan kalabalığına kaymadı değil.Hemen yanımda bankta babası ile oturan tahminen 10-12 yaşları arasındaki şirin bir kızın, dışı sarı kapaklı cep telefonuyla o fıskiyenin açıldığı dakikaları yakalayıp fotoğraf çekme çabası, en az 5 dakika o havuzu yüzünde çocuksu bir gülüş ve aklında kimbilir hangi hayallerle keyifle izlediğini görünce aynı hissi yakalamak istedim.Fakat başımı bile çevirip bakma zahmetinde bulunmadım.Doğru zamanda ve yaşta değilim diye düşünerek kitabıma döndüm.Açlık,Hamsun’u Hamsun yapan kitap. Bugün için bu kadar dikkat dağınıklığı ile ancak giriş bölümünü okuyabildim.O yılları düşündüğümde Hamsun’un yaşam savaşında hemen her cephede savaşıp aynı zamanda hayallerine ulaşmak için verdiği onurlu mücadeleye şimdiki zamandan baktığımda; yetersiz kalacak bir takdirle karışık derin bir saygı duymaktan öteye geçemedim.Klasikleri,klasik yapan içindeki kurgudan ziyade gerçek yaşanmışlıkları barındırması ve bunu her bir klasik yazarının özgün bir anlatımla, zamana yenilmeyecek şekilde kelimelere dökmüş olması olabilirmiyi düşünerek kitabın kapağını kapattım.
Cüneyt ÖZDEMİR’in yarım gülümseme ile okumuş olduğun o haberini okumamış olsamda buruk bir gülümseme düşüyor benimde gözlerime.Nerde okuduğumu hatırlamamakla birlikte şu söz ülkemiz gündemine tamda uyuyor.Bu ülkede her şey olabilirsin ama rezil ol(a)mazsın.Bir zamanlar manşetten düşmeyen, skandal yaratan bir haberin kısa sürede nasıl unutulduğuna ilişkin onlarca örnek verilebileceğimiz kadar hızlı değişen, çabuk tüketilen bir gündemimiz var bizim.
Son yıllarda nerdeyse tamamen siyah ve kırmızıya boyanan bir ülke ve dünya gündemi ile karşı karşıyayız.Bu kadar karanlık bir tabloda hiç mi aydınlık bir renk yok.Varsada karanlık o kadar büyük ki o ışık bize ulaşmadan kayboluyor. Gün geçmesinki haksız yere ölen insanlar,dövülüp-öldürülen kadınlar ve istismara uğrayan çocuk haberleri ile karşılaşmayalım.Sabah neşeyle işe gelip hadi bir manşetleri okuyalım dediğimiz günler kimbilir hangi zamanlarda kaldı.Hatta böyle bir zamanımız hiç oldu mu ? Biz hangi gün iyi haberler okuduk ki ? Medyayıda eleştirmek istiyorum bu noktada çünkü insanların kendini iyi hissetmesi için arada o iyi, umutvar haberlerinde mercekle okunacak kadar küçük değilde gözle görünür puntolarla verilmesi gerekmez mi ? O yüzden ben o gözümüze sokarak izletmeye çalıştıkları video haberlerin ya da retweet yapılan gündemde bir çok kişinin yakaladığı gelişmelerin biraz uzağında kalıyorum. Kör,sağır,dilsiz olmayalım çevremizde olup bitenlere karşı tamam ama daha fazlası da benim akıl ve beden sağlığımı tehdit eder nitelikte ise önce ben derim.Ben,benden çıktıktan sonra kime hayrım dokunur ki ? Soru işaretleri labirentinde daha fazla kaybolmadan son olarak mahallenizde rastladığınız cemaat yurtlarındaki öğrencilerle ilgili anlattığın duruma da yorum yapıp, gündemin ağırlığından uzaklaşmak istiyorum izninle.
Çocukların dini eğitim almalarında bence bir sıkıntı yok.Hemen her ülkede din kutsaldır.İbadethaneler kutsaldır.Yılın ay, hafta,gün şeklinde küçülerek kutsallaştığı günleri hatta gün içinde vakitleri vardır.Ancak hiçbir din bir çocuğun çocukluğunu kısıtlamayı salık vermez.Sıkıntı bu noktada gibi , en azından verdiğin örnekten bunu anlıyorum.Bahsettiğin kurumların nasıl bir eğitim verdiğine dairde tam bir bilgi sahibi olmadığım için orada yanlış öğretilermi var, bu çocuklar o yüzdenmi bu kadar insanlardan uzak,ilgisiz ? Kimbilir,belki.Ancak ben yinede aklı selim öğretmenlerimiz,din adamlarımızla geleceğin çocuklarının ayrımcıl değil birleştirici insanlar olacağına dair inancımı korumak istiyorum.
Temmuz ayının ortasında mübarek ramazanın son günlerindeyiz.Sağlığım elvermediği için birkaç yıldır oruç tutamamakla birlikte oruç tutarken açlık,susuzluk gibi bedensel ihtiyaçlara karşı nasıl sabırlı olduğumu anımsıyorumda annenin de çok zorlanacağını sanmıyorum.Eskişehir kaçamağına karşı kemerde bocce turnuvası.Biz porsuğun kenarında bir kahvaltılık soluklanırken siz kemerde kaç gün batımı ve gün doğumu izlediniz kimbilir ? Hayat kime ne kadar adil ? Nimet bir isimdir ama nisbette nedir ? Facebookta paylaşılan onca durum bildirimi ve çekilen resimler midir ? Bugünki mektubuma bir sürü soru işareti düşecek.Bunlar belki çok basit,günlük,sorunsal değeri bile olmayan sorular ama hayatın içinde varoluşumuzdan günümüze kadar onlarca soruya cevap veren filozoflarımız olmasaydı şu an insanlık hangi noktada olurdu acaba ? “Üç bin yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır” diyen Goethe çokda haksız sayılmaz,ne dersin ? Bocce sorusunu sana değil google a sorarak bocce ile ilgili hafızamı tazelemem gerekebilir çünkü boccenin nasıl bir spor olduğunu unutmuşum ne yazık ki.Belki boccede en iyi olmayabilirsin ama daha iyiye gitmekte umut verici.Kendi en iyini yakalamanı dilerim bu noktada.
Yaz günü uzundur ama nankördür.Gün nasıl başlıyor,bitiyor anlamıyorum bile.O yüzden doğaçlama bir Temmuz ayı yaşıyorum diyebilirim.Bu miskin Temmuz ayında Sofiyle olan yolculuğumuzunda sonuna gelmek üzereyim.Bitmesini isteyemeyeceğim kadar keyifli, düşündürücü ve öğreticiydi.Bu kadar gerçek bir dünyada hayal dünyamın kapılarını aralayan film,dizi,kitaplarla atıldığım maceralarıda seviyorum.Dizilerin kalitesi filmleri gölgede bırakıyor buna birde Temmuz rehaveti eklenince benim içinde film dünyasındaki yolculuk daha ağır çekimde ilerliyor.Hala önerdiğin “Arzunun kanatları” adlı filmi izleyemediğimi üzülerek belirtir ve diğer Di Caprio filminide izlemek istediklerim arasına alırım.Bu ay içinde ancak birkaç film izleyebildiğimi düşünürsek aklımda kalan film sayısıda ikiyle sınırlandı.Birisi pompei diğeri ise Romeo&Juliet.Pompei, filmin başından beri o tarihi sona hazırlanırken bir aşk hikayesine ve ondan daha etkileyici bulduğum bir dostluk hikayesine tanık olduğumuz, görselliğiylede bizi büyüleyen hoş bir tarihi filmdi.Romeo &Juliet için ise;Bir sinema filminde görmeye alışık olmadığımız kadar teatral oyunculuklar ve kitaba sadık repliklerle sizi koltuğunuzdan alıp shakespeare’in sahnesinin orta yerine bırakan aynı zamanda sizede rol veren,o zamandan bir parça payınıza düşeni yaşatan ve film bittiğinde yüzünüze düşen gülümsemeyle birlikte bir ara kitabı yeniden okumalıyımı düşündürten bir filmdi diyebilirim.
Gün yine hazin bir şekilde ilerlerken anlattığın manzarayı düşünüyorum.Bir günün bitimi öncesi dünyanın sonunu anımsatan o kızıl tabloyu hayal etmeye çalışıyorum.Belki görmek daha iyi olabilir ama anlatımının canlılığıyla şimdilik hayal etmeklede yetinebilirim.Susmak, sadece şahitlik etmek güne veda eden güneşin dansına ve fani hayatımın geçiciliğini düşünmekten öteye geçemiyorum.Sonra,güneşin son hayat ışıklarıyla okşadığı kaya mezarlarına yöneliyor bakışlarım.Kaya mezarlarının; Eski bir inanışa göre tanrıya daha yakın olmak için yapıldığını dahası Tanrıya yakın olma şansının da krallar ve önemli insanlara sunulduğunu öğrenince insanın tanrıyla olan yarışında hep yenik düştüğünü,ölümlü olmanın gerçeğinden kaçamadığını anımsıyorum buruk bir şekilde.Ancak iyi ruhların özgür olabildiği, hala bu dünyadan haberler aldığı söylenir.Eğer bu manzarayı hala izliyorlarsa arkalarında bıraktıkları iyi isimleri ve işleri olan kadim insanlardan olmalı bu kral mezarlarında uyuyanlar diye düşünüyorum.
Benim mektubumda sona yaklaşırken önce senin mektubunun son cümlesini bir anımsayalım " Son söz olarak birbirimizden pek bahsetmeden ve her nasılsa aynı zamanda birbirimizi ilgilendiren mektuplar yazabilmek giderek daha çok hoşuma gideceğe benziyor..." cümlesi ile ilgili düşüncem ; genel olarak hayata ve hayatlarımıza dair kendimizden hiç bahsetmeden düşüncelerimizle konuşuyor olmaktan keyif alman bu mektup zincirinin daha uzun soluklu olacağına dair umutlanmamı sağlıyor.Hatta değerli dostumuz maybull’un verdiği cevap ve eleştir men in yazacağı cevaplarla zincirleme düşünsel bir mektup zincirine dönmesi olayı daha heyecanlı ve sürprizlerle dolu bir yolculuğa döndürüyor.
Son olarak bol soru işaretleri kullandığım mektubuma üzerine yine hep beraber düşünmenin gerektiği bir söz ile son vermek istiyorum.Düşünceleriyle bir döneme iz bırakmış ve sonraki dönemlerde hala düşüncelerinin derinliği ile hayatın diğer alanlarındada yorumlanıp,pratiğe geçirilmiş o düşünür iki şeyin ruhunu hayranlık ve saygıyla kapladığını söylemiş ve mezar taşının üzerinede aynen yazılmıştır."Üzerimdeki gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası" Güne kitaro ile devam ederken bir mezar taşından günümüze uzanan o söz ile hala açık ve güneşli gökyüzüne bakıyorum ve içimizdeki ahlak yasası üzerine biraz düşünmek istiyorum...