7
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1764
Okunma


Haziranı bitirmeye sayılı günler kala, haftanın en huzurlu günü cumanın kıyısında klavyenin başında buldum yine kendimi.Hayatı çoğu zaman rotarlı takipteyim, mektuplarımda hayatımın bu ritmini bozmadı.Bugün yazıya eşlik edecek müzik seçmekte zorlandığım için şimdilik müziksiz bir başlangıç yapacağız.
Güneş alabildiğine kızgın ve ikindi güneşi inene kadar o kızgınlıktan nasibimize düşeni alacağımız bir günü, akşama kavuşturmadan hemen önce, ön sıradan o gün batımını izleme şansı bulacağımız bir Haziran akşamından daha güzel bir şey olabilir mi ? Güzel bir günbatımı hayal ettiğimde zihnimde beliren ilk resim genelde red kit’in bir macerayı noktalayıp yeni bir maceraya yol almak için güneşin batışına doğru atıyla yavaş yavaş uzaklaşması kadar ağır yaşanacak ve mümkünse elinde kahven ve zihninde sıfır düşünceyle sadece o anın tatlı rehavetini hissetmekten ötesinin düşünülemeyeceği bir gün batımı olabilir.Böylesi bir gün batımına doğa sesleri orkestrasının da eşlik edecek olması bu keyfi kesinlikle nirvanaya taşıyabilirdi.
Peki,ömrü hayatında kaç defa böyle bir gün batımı keyfi yaşadın sorusuna cevabım ne olurdu ? Hiç defa desem yalan olmaz.Çünkü ne zihnime o kadar izin verebildim ne de böylesi bir manzarayı görmek için hayatın içinde bir gün batımı kadarcık mola verebildim.Yazılmamış bir bucket listem var ve o listeme bu gün batımlarından birisini de eklemeliyim. Bucket list, başrollerinde Morgan Freeman ve Jack Nicholson’ın oynadığı ve sırf ikisinin hayata dair diyalogları ve adım adım gerçekleştirdikleri hayallerinin listesi ile film bittikten sonra izleyiciyi bucket list’ini düşünmeye sevk eden, son derece etkileyici bir film. Bucket list filminden bu kadar bahsettikten sonra filmi izlemediysen mutlaka izlemeni ve benim kadar üşengeç olmayıp bir bucket list yapmanı tavsiye ederim.
Felsefik bir bakış açısıyla baktığımızda hayatımızdaki her günün şimdi ya da asla yaşanan veya yaşanmayanların birikiminden oluştuğunu görürüz.Şimdi ya da asla, hayatımızın kaçta kaçını planlarımız dahilinde yaşadığımızı düşünürsek her günün yarınlara ne kadar eksik ve birikmiş ödevlerle devrolunduğuna çok da şaşırmamak gerekir.
Mektuplarada ismini veren Narziss’e gelmeden önce narsizimden, narkissostan birazcık söz etmek gerekirse narkissos kendisini bir gölde görene kadar güzelliğinin farkında olmayıp gayet mutlu ,mesut yaşamıştı ama ne zamanki kendi güzelliğini, gücünü gördü o zaman tükenmeye ve erimeye mahkum oldu.Belki buradan hemen dorian graye’e geçmeliyim o da kendine aşıktı fakat onun yıllar gçemesine rağmen yaşlanmayan bedeninin gençliği güzelliğine karşın bir nevi sigorta poliçesi hükmünde Dorian’ın günahlarıyla günden güne yaşlanan, çürüyen bedeninin hapsolduğu bir tablosu vardı. Dorian için yaşamın sonu o tabloyla yüzleşmesine bağlıydı.Yüzleşmediği sürece aynalar ona hep tatlı yalanlar söyleyecekti ve yaşamı sonsuza kadar bu şekilde devam edecekti ancak her yaşamın sonu olduğu gerçeğiyle Dorianda yüzleştiğinde aşık olduğu o güzellik, kirlenen ruhunun gerçeğiyle hızla yerini çürümüş bir bedene bırakmıştı.
Kendi güzelliğimiz, çirkinliğimiz ya da güçlü, zayıf olduğumuz noktalarla biz bir bütünüz ve yaptıklarımızdan sorumluyuz.İyi, güzel yönlerimizin farkında olmakla birlikte Narsist gibi abartmadan ve Dorian kadar ruhumuzu kirletmeden kötü huylarımızı, zaaflarımızı törpüleyerek yaşamayı öğrenmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum.
Narziss ve Goldmund’a gelirsek; kitabın adını daha önce duymamıştım.Kitabın başkahramanları Narziss ve Goldmund’u kısaca bir inceledikten sonra karakterlerin ana hatlarına göre bir tercihte bulunmak gerekirse; aziz veya azize olmamızdan öte iyi insan olma, kendini bilme yolunda varmak istediğimiz insan profiline en yakın kişi olması nedeniyle narziss’e kendimi daha yakın hissettiğimi söyleyebilirim.Goldmund’un yaşamını yargılamak çok kolay olabilirdi ancak onun gözüyle dünyasını görmeden bu yanılgıya düşmek istemiyorum.Yinede, gönlümden geçen Goldmund ile ilgili yorumu yazmadan da geçmeyeyim.Narziss gibi bir öğreticiyle yolları kesiştiği için hayatın sırf günübirlik hazlarla bitirilmeyecek kadar değerli, anlamlı olduğunu hayatının bir yerinde fark etmiş olması olsun.
Hazır kitaplar ve hayatımızda bir şekilde kendine yer bulan karakterlerden bahsetmişken Mışkinede biraz göz atalım. Israrla okumamı önerdiğin Budala kitabının iyilik, saflık timsali, naif, zeki ama mütevaziliğinden bu zekasını ne yazık ki insanlara göstermekten bile imtina eden baş karakteri. Gerçek yaşamda kimsenin bu kadar saf iyilikle yaşama karşı sabırla mücadele verip,bembeyaz smokininin aynı beyazlıkta kalması mümkün gibi görünmüyor. Pilara gelince yüzyıllık yalnızlığıda okumadığımı düşünürsek sadece okusaydım hakkında yorum yapabileceğim hassasiyette bir karakter olduğunu söylemekle yetineyim.
Haziranı bitirmeye sayılı günler kalmışken kısaca bir özet geçmek gerekirse; Haziran ayını birlikte geçirdiğimiz minik kuzenlerle yine yeniden çocuk ruhumuzu canlandırdık bazende artık onların enerjisine yetişemediğimizi düşündürtecek kadar çıldırttılar, tükettiler,yaşlandığımızı hissettirdiler. Bir yıldır görüşemediğimiz kadim dostlarla bir araya geldik, bir süredir tanışıp henüz yüz yüze görüşmediğimiz yeni dostlarımızla nihayet yüz yüzede tanışma imkanı yakaladık.Yine şehir dışından gelen dostları ağırladık ve Haziran’a günü birlik bir Eskişehir gezisiyle bir hava değişimi şansı verdik.Derdimizde,mutluluğumuzda insanlar çevresinde dönüyor çoğu zaman.Bu anlamda hayal kırıklığı yaşatanlarla da yüzleştik.Haziran yazın cömert sıcaklığını ve bize bıraktığı rehaveti, gevşeme hissini sonuna kadar yaşatırken izne ayrılan arkadaşlara imrenmekle karışık bir kıskançlık hissettiğimi de söyleyebilirim.
Bu uzun günlerde bolca boş vakit bulup okuma keyfinden de geri kalmıyorum.Okumakla ilgilide aldığım radikal kararlarım var.En başta yarım bırakacağım bir kitaba başlamamak geliyor.Haziran ayı içinde yarım bırakacağım tek kitaba başlamadığımı düşünürsek, iyi bir başlangıç yaptığımı söyleyebilirim.Bu ay içinde bir kaç güzel kitap bitirmekle birlikte şu an okuduğum kitap Haziranın en iyi kitabı diyebilirim.Belki bir klasik değil ama klasiklerle yarışır nitelikte, herkesin okuması gerekenlerden ve benim okumakta geç kaldığım bir kitap.Alberto Knox ile kadim zamanlardan günümüze düşünsel bir yolculuk desem bu kitabın hangisi olduğunu kolayca tahmin edeceğine eminim.Eğer ki okuduysan üstüne konuşulacak çok detay içerdiğini ve cevabımı aldıktan sonra kitabı biraz daha irdelemeyi teklif ediyorum ? 8.Sanattan bu ay payımıza düşenlerden ise lego, croadlar, ender’s game ve ölümcül oyuncaklar adlı fantastik edebiyattan beyazperdeye uyarlanan seri kitabın ilk filmi kemikler şehrini önerebilirim.Evet, önerilerim bir başyapıt olmayabilir ama boş vakitte özellikle de çocuklarla izlenebilecek türden eğlenceli film önerileri arasına pekala alınabilir.Da vinci’s demons yine her sezon finallerinde olduğu gibi çok kritik bir yerde, kafamızda soru işaretleri ve olası cevapların tahminiyle bizi baş başa bırakarak bu sezona veda etti.Panik yapmıyoruz.Tamda bu noktada İyi bir haberim var. Under the dome bu haftasonu yeni sezona başlayarak da vinci’s damons dünyasından King’in gizemli kubbesine dikkatlerimizi çevirerek bizi bir süre meşgul edecek iyi bir alternatif olabilir.
Yaz benim mevsimim.Ağustos doğumlu bir aslan olarak doğama ters düşmediğim içinde ayrıca mutluyum.Günün müziğini bulmakta zorlandığımı en başta söylemiştim.Sıcaktan ne kadar mutlu olsamda yağmur temalı bir şarkı güne serinlik katabilir düşüncesiyle ben sıradaki savatage şarkısı summer’s rain’i dinleyerek kalemi sana devrediyorum ama benim kadar üşengeç bir yazar olmaman ümidiyle...