43
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
3701
Okunma


Yıl 1969 Ocak 24 evlendiğimiz gündü.
Birkaç gün daha kalıp Şarkışla ya evimize gideceğiz. Bizi garaja götürecek faytona içi hediye dolu kolileri ve valizimizi yerleştirip vedalara başladık. Hüzün ve sevinç iç içeydi divanda oturan babamın elini öptüm.
Sıkıca sarılıp yanaklarımdan öptü. Elimi bırakmadan gözlerimin içine bakarak hala kulaklarımda çınlayan ve yıllarca aklımdan çıkmayan vasiyet gibi öğüdünü veriyordu.
“Oğlum: evlat acısı yaşamaktan, yetim hakkı yemekten, kuru iftiraya uğramaktan, sabırlı insanın öfkesinden, korkusuz insanın cesaretinden ve kendi nefsinden kork.
Emanetinin kıymetini bil ona sakın el kaldırma çünkü emanetlerin sahibi yüce yaradandır. Zengine yüksünme fakiri hor görme. Askerlerini dövme. Dayak zayıf kişilerin işidir. Büyüğünü say. Küçüğünü sev. Bu öğüdümü sende çocuklarına söyle. Bu yaşıma kadar rabbim bana bunları ihsan etti. Sana da eder inşallah, Allah yar ve yardımcın olsun. Dualarım senin ledir oğlum.
Haydi, güle, güle git”
Arkamızdan dökülen suyun sesini duyduk. Sevdiğimiz insanları geride bırakırken kulağımıza faytonu çeken atların nal sesleri geliyordu. El ele tutuştuğum eşimle garaja kadar hiç konuşmadık. İkimizde tarifi olmayan duygular içindeyiz. Çok eski külüstür denen burunlu otobüsümüzde yerlerimizi alırken binen yolcular bize, bizde onlara bakıyorduk.
Önden çevrilerek çalışan otobüsümüz hareket etmiş. İçeride yüksek sesle konuşmalar başlamıştı. Oturan kadar ayakta yolcularda vardı. Herkes sigara içiyor en arkadaki öndekine bağırarak konuşuyordu.
Eşimin kulağına eğilerek:
“Kusura bakma gülüm, gönül ister ki seni balayına götüreyim. Elimizden gelen bu, bak şu manzarayı ölene dek unutamazsın”
Hiç cevap vermedi. Şaşkınlığı üstünde sadece tuttuğu elimi daha da çok sıkmaya başlamıştı. Seksen kilometreyi üç buçuk saatte aldık.
Her günümüz güzeldi. Gece saat yirmi üçte işaret vererek sönen elektriklerin yerini gaz lambaları alıyor, loş ışıkların verdiği sessizlik birbirimize daha çok sokulmamızı sağlıyordu. Yanan sobamızın kızarmış sacları içeriye hem sıcaklık hem de mutluluk saçıyordu.
Sesi alçalıp yükselen kısa dalga polis radyosu tek eğlencemizdi.
Peş, peşe söylenen şarkıları pür dikkat dinler, bazen de beraber eşlik ederdik. Radyoda sabah yurttan seslerle uyanır. Akşam haberlerden sonra mikrofonda tiyatro, tarihten bir yaprak Orhan Boran ve Yuki vazgeçilmezlerimiz di. Birlikte ailece görüştüğümüz kişilere gidip gelmelerin tadı doyumsuzdu. Mütevazı yaşamımızı hep hiçten saadetler süsler saatli maarif takviminin yaprağını koparıp önü ve arkasını okumak bile ayrıcalıktı. Ben sürekli kitap okur eşime anlatırdım. Tabi en heyecanlı yerinde bırakır onu meraklandırır dım.
Mesai dönüşü kaldığım yerden anlatmaya başlar. Kendi aramızda kritiğini yapardık. Belli ki gündüzde o okuyordu.
Evleneli on beş gün olmuş. Bu gün güzel adetlerimizden biri olan el öpmeye gideceğiz. İlk gün bizimkiler, ikinci gün kayın pederler deyiz. Sivas’a günde bir sefer yapan otobüsten biletleri aldım. Saat on ikide kalkacak. Hazırlığımız tamam oda ne saatim durmuş. Aceleyle garaja gidiyoruz.
“İnşallah yetişiriz derken, kalkmamış otobüsümüzü görünce sevindik.
Önce eşim sonra ben bindim. Bütün yolcular tamam şoför çok sinirli
“ Neredesin lan seni mi bekleyeceğiz
Şaşırdım. Özür dilerim diyordum, ensemde bir ağırlık hissettim. Gözüm karardı. Sendeledim. Olanca hızımla yüzüstü otobüsün konsoluna çarptım. Toparlanıp kalkacakken yüzümde patlayan yumrukla tamamen koptum. Arkamdan bana kalın bir sopayla muavin vurmuş. Yumruğu da şoför patlatmıştı. Koridora kapaklandım. Ağzım kan dolu. Dudağım yarılmış. Bir şoför vuruyor. Bir muavin vuruyordu.
O ara eşimin çığlığını duydum. Tekmelerin havada uçuştuğu yerde tamamen savunmasız dım. Hem vuruyorlar hem de küfür ediyorlardı. Güç bela beni ikisinin elinden alan yolcuları göremiyordum. Beynim zonkluyor sesim çıkmıyordu. Üstüm başım yırtılmış ağzım burnum kan içinde perişanım. Bir an sessizlik oldu. Artık hiçbir şey duymuyorum. Zavallı eşim çırpınıyor, olanca gücüyle bağırıyordu. Başımı iki ellerimin arasında tutarak önümdeki koltuğa dayadım. Zaman geçmiyor yollar bitmiyordu. Bana sıkıca sarılan eşimin tamam geldik dediğini güç bela duydum.
Garajda herkes indikten sonra eşim ve ben arka kapıdan indik.
O, hırsla kayın biraderimin yanına gittim. Beni görünce çok şaşırdı.
“Ne oldu? Bunu sana kim yaptı? Konuşsana oğlum?”
Sesim çıkmıyor, Titriyorum. Bu ara eşim ağlayarak:
“Abi şu otobüsün şoförü ve muavini yaptı. Neredeyse öldüreceklerdi. Zor ellerinden aldık.”
Kayın biraderler imin üçü de otobüs işletmecisiydi. Sözü dinlenen, sevilen bir o kadarda çekinilen insanlardı. Kalabalık personeli karşısında asker gibi duruyor. Bir emrin var mı abim diye gözlerinin içine bakıyorlardı. Kavganın olağan olduğu bu meslekte bileğin kuvvetli olması kaçınılmazdı.
Ailenin büyüğü ve garaj bölgesinin mutlak hâkimi idiler.
Hızla otobüsün yanına gitti. Öfkeliydi. Bağırarak
“Bakın beyler şimdi olacak şeylere sakın karışmayın.
Tacettin, sadece seyret. Eğer bu kavgaya karışır, ayırırsanız hepinizi de benzetirim geri durun”
Beni bu hale getiren kişide şafak atmıştı. Kafayı yiyen şoför sendeledi peş peşe yumrukları yerken:
“Aman Akın abi vallahi akraban olduğunu bilmiyordum.
Bağışla abi” diye yalvarıyordu.
Nereden eline geçirdiğini görmediğim
Demir levyeyle muavinin sırtına, şoförün kollarına peş, peşe olanca gücüyle vurdu. İkisi de acıdan böğürüyordu. Yere yıkıldılar.
Abim tekmeliyor. Adamları tekmeliyordu. Dövmekten yoruldular. Şoför ve muavinin hali perişandı. Yerdeki enkazı geride bırakıp çekildiler.
“Tamam, yeter artık. Bu puştlara söyleyin bu hattı bıraksınlar”
Tüm garaj seyrimize gelmişti. Polis gelip duruma el koydu. Öfkem dinmiş rahatlamıştım.
Delikanlı olduğum yıllar, on beş günlük evliyim. Eşimin yanında sopa yiyorum. Dayağı hak etmemişim. Onlarla hiçbir husumetim yok. İki basit kişiliğin anlamı olmayan güç gösterisiydi.
Olanları aklıselim düşününce insanın aklı başına geliyor.
Önü alınmayan çok kötü sonuçlar olabilirdi. Ölebilirdim. Ölebilirlerdi.
Eğer o zaman silahım yanımda olsaydı terettüp süz ikisini de vururdum. Ne olurdu. Şu an hiçbir şeyim olmaz yok olur yok ederdim. Dayağı bolca yemiş. Öfkeden kudurmuştum. Gözüm hiçbir şey görmüyordu. İdrak gücüm çalışmaya mola vermişti. Tek odaklandığım ne yapabilirim di? Çaresizlik beni yeyip bitirmişti. Şükür ki silahım yanımda değildi.
Ben zaten bir yılanı bir yalanı birde silahı hiç ama hiç sevmedim.
Bakın olaylara, zengin eğitimli kariyeri olan bir ailenin çocuğu Amerika da Annesinin ruhsatlı silahı ile okulda katliam yapıyor. Diğeri Norveç te yetmiş yedi kişiyi öldürüyor. Kim demiş silah dost diye bence en büyük düşman, bir anlık öfke, tetiği çek, hayatlar bitsin. Zamanımızda silah sahibi olmak çok kolaylaştı.
Allah şerrinden hepimizi korusun.