3
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
2163
Okunma

şiir’ül eytâm
I.
orman içinde geceye karşı
mevsimlerden bir hazâna şerh düşülmüş
sevdaya dair
zamanlar içinde taşlaşmış bir düş
donup kalmış ân’da gölgelerimiz
ay şahit
bir sen oluyor
tılsımlı kucakta
bir ben’e dönüyor yüzüm
bulandıkça yağmur ve toprağa
sol yanım eriyor
tenden önce saç tutuşurmuş
ve en son ellerden bile
saç soğurmuş
bir cigara nefesinde
üfle tütenim
dumanımdan bir kerecik üfle
çek efkârımdan zifiri bir hece
ten kokusu, ter ve yanık kokusu
incelmemiş “u” uğultusu
akşama yaraşan halvet
sinsice koşar ardı sıra
hayalin hırsızıdır
içimize çoktan dağılmış günah korkusu
şiirlerden cümleler çıkagelir dilimize bir bir
öykü kahramanları gelir geçer ömrümüzden
bir hatıra da bizden yazmak için
kan ve suya karışmak
kandan, sudan
ve topraktan aziz bir ülke için
kaç kalenin fethinden muzaffer dönmüş bir askerin
başını önüne düşürür bir bakış ile
süngüsünü koparır omzundan her seferinde
yâda gelir
ömrün zaferlerinden artakalan
tüm ganimeti teslim için
bir gözün bir kez gördüğünü
yeryüzü lisanınca bir cümlede
yüzlerce kez ezber edecektir ruh
öyle güzelsin ki hayret makamında
hayır’sız cevaplar verilecektir
evet’siz sorulara
tamam olmaktır muradı
gündüzlerden saklanan
ve
geceye düşen tüm kelamın
göklerden zamansız bir ihtar gelir
“acıya basma”
oysa adımın o an tam üstündedir
II.
gölgeme sığınmış bir gölgen kaldı ay karanlığında
olanlara sahihlik katmak için
bir ağaç kovuğuna hapsettim güzelliğini
zaman zaman çıkarıp öpmek üzere
hayaller sararken çevremizi
biz gece vakti bir kez öldük
bir ormanın uğultusunda kaybolup
hiçbir çağ karşılamadı kimsesizliğimizi
iyileştirmek üzere bir zehri yalar gibi
dilimi diline sürdüm
bu yüzden senin sözlerinle konuştum ben
gırtlağımı yakan
kıvamlı bir lavı yutar gibi
asırlar evvel hatta suretlerden önce kurulmuş
bir sofranın açları idik
meşk istiyorduk
daha ilk lokmaya uzanmadan
tutuldu bileklerimiz
korkuyordum
saçlarıma ellerinden sinen
gül kokusunun uçmasından
ufacık bir serçenin beslenmesi
ağzından düşen bir ekmek kırıntısından
çok korkuyordum velhasıl
herhangi bir hatıranın
bir yere kaybolmasından
biliyordum
kurtlar kemiriyor
yok’lu zamanlar için sakladığım
"sen" kalıntısını
“ya kebikeç” yazılı sayfalarda
yeşil bir kandil yanıyor
seyredip duruyorum
akşamı sabaha katarak
solgun evinin penceresinden
yeter ki
bir iz sana dair
suya düşmüş olsa da gideceğim peşinden
aslında
bir arının petek petek dokumuşluğu vardır
tutmasam dilimi
zehre benzer bir bal sızacak içerimden
III.
“gel” diyemiyorum artık
yalnız daha uzağa gitme bulunduğun mesafeden
bunca hasretin ve ayrılığın
ulu bir çınar geliyor ancak üstesinden
seslere tutunmuşluğumuz var
söz kalabalığında yıkılmış bir anlama
suretlerden önce
hiçbir mecaz eskisi kadar parlak değil
yüzünü görünce
acısı acıma benzeyenim
bir gülümsemesi kalmış kırık yüzünde
oysa
yalnızca ellerin yeterliydi seni sevmem için
bir güvercin kanadı gibi çırpınan
ve geceleri sahipsizliğine ağlayan ellerin
avuçlarından kalkıp
önce kıyama duran
sonra secdeye varan
bir duadır aşk
bu yüzdendi
seni önce avuçlarından öpmüşlüğüm
IV.
söyleme
rüzgârında güz yaprağı gibi titremediğim
hücrelerime ezberletmediğim hiçbir şiir benim değil
kimseye söyleme
ayrılığın kenarına koydum
adına sevda dediğim gerçeği
kimse bilmeyecek
bir gece vakti yine
adı sanı duyulmamış bir kentin
orta yerinde
birkaç ağaç gölgesinde
orman bile denemez
bu şiirin
yedi veren bir yürekten hamile kalan
bir kadın tarafından doğurulduğunu
ve doğuştan yetim olduğunu
kimse bilmeyecek
sakın …
sen de bilme
Eylül N.Y.
Akşamın hazanı..
5.0
100% (6)