5
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
1876
Okunma

düş yırtığı
hayal artığı
gül solgunu
gün yorgunu bir hayatın acımsı ve buruk tadına bakardı gözleri
uzakları seçemezdi
küçüktü umutları
zoraki kendi yüreğini ısıtabileceği kadar
düştü bir gün
düşlerin uçurumlarına
ay da yoktu
daha akşamdan çekip gitmişti
vurgun yemiş kedi gibi açtı gözlerini
büyüyen göz bebekleri yağmura teslim oldu sonra
güneşi aradı çaresiz
oysa akşamdı vakit
gölgesiz saatleri tuttu ellerinde
geçmişti geçmiş
geçemedi geçenlerden
kaldı öylece
sustu
hava ayazdı
kar beyazı pamuk yorganını çekti gökyüzü üzerine
uyumuştu öylece
en sıcak gülüşlü anneleri gönderdi rüyasına tanrı
sarıldı kaldırım taşlarına biraz daha
dalıp giderken rüya meleklerine
kimbilir kaç zamandır aç olduğunu bile unutmuştu
sevgiye zil çalıyordu yüreği
uyudu öylece
saatler durmuştu
zaman durmuştu
duymadı sessizliğini şehirde hic kimse
hiç kimsesi zaten yoktu
kimsesizler mezarlığıydı kaldırımlar
kaldırdılar kaldırımlardan
geçmişti buralardan
kendinden geçmişlerin arasında
fark edilebilmekti belki de yaşamak
yokluğun derin yoksulluğuna rağmen ruhlarda
duyabilmekti seslerini
sessiz çığlıkların
suskunlukların duyarsızlıkların ortasında
gülümseyebilmekten de çok
kışta baharları anımsatmaktı belki
belki de gülümsetebilmekti
çok zamanlar öncesinde bile olsa
kuruyan gülleri …