2
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
1720
Okunma

Sen;
Şiirlerimde mukim kadın,
Bir Mevlevi gibi dönüyor sana beyin hücrelerim.
Bir tamburun en uç telinde aldı gusüllünü bu türkü,
Sana yandı,
Sana okundu,
Ak pak yıkandı,
Zerresinde kir yok,
Ve DNA’sı gününden şerefli.
Kimya nostaljisi değil bu,
Umumi bir acıdır ifşası bugün.
Otur dizlerim dibine,
Acımın biricik kardeşi.
Yardımcı bilimlere sor,
Kağıttan gemileri anlatsın,
Her yağmurda alabora bir hüzün,
Nasılda devrilirdi yüzüm, gözüm, s/özüm.
Ve
Martılar,
Taziye çadırında ne ağlardı…
Sen;
Şiirlerimde mukim kadın,
Bak,
Annem elin oğlunu anlatıyor bana.
Emir kipiyle akıyor göz yaşlarım.
Bir asker kadar sadık.
Ve neşter,
Hiç bu kadar sevmemişti yarayı.
B/aksana,
Vit/amin hapları da fayda etmiyor.
Gel sana kanattığın yaralarımın koleksiyonunu göstereyim.
Kabuk tutmuş yaraların kardeşliğini,
Che kadar cesur.
“Yumruğu memleket kadar büyük.”
Vursa masaya,
Belki Antep kurtulacak.
Rasyonel kabadayı.
Beni sorarsan,
Ben şiirbaz,
Elimi çuvala atsam,
Ne küfürler akacak şiirden.
Köprü altında büyüyen cümlelerim
Nasılda şirk koşar destanına.
Yani ben,
Hünersiz adam,
Hala vita yağ kutusunda sarmaşık ehlileştiririm,
Allahın göğüne.
Ya varır.
Ya varmaz
Gökkuşağından ödünç aldığım bir renk
Ve
Ağzımda sigara gibi yanan birkaç sözcükle,
Sana geldim.
“Hiç şüphesiz o renk siy/ahtı, belki gözlerini anımsamaktı.”
Nöbetçi_Piyanist