4
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
1233
Okunma
I
dökülmüş saçlarını
taramakta
fırtına ana
donuk bakışlı gece
dolaşırken ağacın
kabuklu gövdesinde
beşiğinde ırmak
devam etmekte
durgun akışına
şehrin bulvarı
sağa kıvrılınca
uzanır çok katlı
hastane binası
rahatsız duvarları
kasvetli göz kapakları
uykuya dalmakta
gömülmekte lambâlar
sessiz koridorlarda
karanlığa
üçüncü kat
şiir bile yürüyemez
ürker koridorda
bulvarın tam göbeğinde
üryan kadın heykeli
odam görür
yıldızların uyandığı zamanlar
biliyor musun( kahramanımız)
ilk yatışımı hatırlıyorum
kesik kollarımda adın
yüzmekte
gevşek bedenim
bağlı karyolada
bir an
başımı kaldırıp
bakıyorum
azalan ışığını
tavandan döken lâmbaya
ya da
ormanın ardında doğan
kımıldayan aya
II
kulaklarımda
tiz zil sesi
çığları uyandırıyor
gözlerim
nefretinde yıkanıyorsun
kenarlarında ağzımın
anlaşılmaz mırıltılar
yazdığın roman sayfaları
bir karaltı
esrarlı
bir gözüm
tüm canlılığıyla yeşil
diğeri ölü
mat, cansız ve kapkara
senden bahsetmekte
dudaklarım durmaksızın
yoksa şeytan
böyle bir şey miydi
III
zihnimde
Uçuşurken düşünceler
Aniden belirmekte
yüzümde
şeytan bakışı
düşen tavanı topluyor
çivilenmiş parmaklarım
tırnaklarım söküyor
yüreğimi
içiyorum kanı kanasıya
tokadını patlatıyor tanrı
ayak parmaklarımda
bakışlarım
güzel bir kızın
yürüyüşüne takılıyor
birden kapıda beliriyor
babamın gövdesi
sözcükler sıralıyor
karpuz dilimlerinde
tam gövdem
yakalanacakken tiz bir sabaha
sulara dalan martı
gagasında tutuyor
tüm şehrin avuçlarında
saçların
sonunda
canavar bir ruh
ninni diyor
sakinleşiyorum
bir kent
masmavi gökyüzünün
ötesinde
toprağı eşeleyen dağın
yamaçlarında
Irmağın karşı kıyısında
yaz güneşinin aydınlattığı
çam ormanı
ve
papatyalar
yağmur perdesi
örtmekte pencereyi
gökyüzünde patlayan ateşlerin
pırıltıları içeri akmakta
yatağımın kenarına ilişen
kız çocuğu
üstü kabarcıklarla kaplı
suları bulanık
ırmağa
baloncuklar çizmekte
salıncaktan aşırdığı
saçlarını kokluyorum
annesinin bahar tenini
boğazımdan fırlamakta
gök gürültüsünün eşliğinde
acı çığlıklar
ve
sürgülemekte
derin bir kuyunun
mavi gözlerini
küçük ellerinde
çocuklar oynamakta
yağ satarım bal satarım
ustam ölmüş
ben keserim
IV
yitik zaman ötesi
kapanmakta
gözkapaklarım
odaya çöreklenen
sessizlikte
koşar
kurban bayramlarında
kestiğimiz kuzuların melemesi
dayanamam kalkarım
öperim kınalı burnunu
kasabın keskin bıçağı
dualar okur
günahlarından arınmaya
düşümde
kahkaha yumağı
yolculuklarım
hiç bilmediği yerlere
alçak
kurşuni renkli
gökyüzünün altında
derenin bulanık suları
akmakta kıvrıla kıvrıla
dalları kuru ağaçların
ilkbahara rağmen
hemen kıyıda
kütükten yapılmış
küçücük bir kulübe
mezarımdan ağıtlar
aşure yerdim
söğüt dalları
süpürmelerinde
saçlarını
ölü bir yer burası
yoktu
ufacık bir hayat belirtisi
yoksa
yoksa burası
şeytanın evi olabilir miydi
şeytan aldı götürdü
satamadan getirdi
sekiz bıçak darbesi
sür manşetti gazetelerde
seni öptüğüm
biri çıkmakta
tahta kapıdan
üstü başı yırtık
saçları karışık
tıraşsız
gözleri acı dolu
dur
gitme kollarımdan
gitme
yayılmakta
akdenizden gelen
kara bulutlar
nefret ettiğim şehrin üstüne
ve
kanatlı yaratıklar
yutuverdi hayallerimi
çırılçıplak gövdem
atlar koşmakta
sırtında anılar
senden nedense
V
acı bir çığlıkla
doğruluyorum yatağımda
ellerin bahar
saklıyorum
koltukaltıma
bastırıyorum içimde volkanlar
tırtıl gelsene öpücükleri versene
dedikçe
geçmekte dans eden görüntüler
resim albümünde sen
boyuyorum dudaklarını
karaya
görmesin kimse
damarlarım isyan ediyor
saçlarımda
şimşeklerin bağrışması
susun
susun diye
ağlıyorum
diz kapağımda
uf olmuş
sözcüklerin
çıplak bir tepede
tek başına
oturmuş beklemekteyim
ölümü
güneş batmakta
ölüm yoktu ortada
gizlenmişti
belli ki keyfi yoktu bu gün
karanlık güçlerin
gel dedim balıkçı motoruna
sağ olsun çıktı kayalara
aç dedim aya
şu kırmızı şarabı
o
zehir dedi
baktım
keskin ıslığında yatan
yılan
yazıyordu
mezarın başında
mermer taşına
ölüm tarihini
odanın duvarında
bir siluet dolaşıyordu
çok geçmeden
masum bir çocuğa
dönüştü neden sonra
her şey güzel
görünüyordu
değil mi ki
cama
odanı taşımıştın
gezinmekte vadide
benekli bir ceylan
gülümsemekte dolunay
bir çam ağacının
dalları arasından
kır çiçekleri ile
mahrem yerleri örtmüş
bakire kadınlar
göz kırpmaktaydı hınzırca
serilmekte
dünyanın saklı güzellikleri
gözlerinin önüne
şenlendirmekte
kulağını
hafif bir müzik sesi
görsel bir şölen sunmakta
göz alabildiğine uzanan
gümüşsü çayır
ve
yumuşacık tüysü
rengârenk çiçekler
etrafa yayılan
parfümsü kokuları
sol elim göğün
yakasında
sıkıştırıyorum
saklamasın diye seni
kesti
danslarını
ırmağın üzerinde
su perileri
ağaçların ardından çıkıp
dizildi kanatlı atlar
keçi ayaklı kır tanrısı
eğildi önünde
küçük bir kız çocuğu
avuçlarında ki suyu
sundu ağzına
tanrıçanın emriyle
bana ne
tanrı
yerleştirmişti ya
seni
gözlerime
VI
yine
aniden
değişivermişti her şey
savaş sahnesi canlandı
önümde biten haritada
küçük kara parçası
bir akarsuyun
kıyısındaki köyde
devleşti giderek
minicik evler
uçuverdi
evlerin damı
gözlerimin önünde
kelebek
kaçırıyordu seni
kanatlarında
kolumu uzattım
badem ağaçları yeşerdi
evin önünde annem ayıklıyordu
taze fasulye
son anda çaktım
yumruğumu
kelebeğin ta
beynine
artık kral bendim
içtim kana kana
sonra yıkıldı duvarları
tütmeye başladı
dumanlar
biraz daha yaklaşınca
gördüm
yerde yatan bir kadın
ve onun yanında
kan gölü ortasında
serilmiş
bir küçük çocuğun bedeni
açıldı
göz kapakları
çocuğun
gülümsedi masumca
doktor mu girdi
odaya
gözlerimde dehşet
tiz
acı çığlıklarını
bırakıvermişti
gecenin sessizliğine
keskin ölüm korkusu
cinayet diye fısıldadı
VII
firari ışık huzmesi
duvara yapıyor
anlamdırılamayan
portreler
etrafta
başsız cesetler
topluyorum
bir bana
bir bana
kıyamam ki
sana
oda kasvetli
üstüme eğilen bir karartı
usta ellerle yapılan
koyu renk bir sıvıyla dolu
gövdeme sokuyorlar
kocaman
iğne
hafifliyorum
gövdeme
bedenime
bütün damarlarına
yayılan ilaçla
ve
uykunun sıcak soluğuyla
kendimi
bırakıyorum
uçurumlarına
bulut ana
sallıyor ayaklarında
patika
pencere boşluğuna
uzanırdı yatakla
ay ışığında
yürürdüm
serdiğin düşlerin üzerinde
aya doğru
ve
dönerdim
hırpani bir düş
kolumda
alnımdan öptükçe
dudakların
tekrar yükselirdim
gökyüzüne doğru
savurduğum küfürlerde
simit satan çocuklar
arınır zihnim
o
yüzünde
gülümseyen mutlulukla
dalardım uykuya
ve
devam ederdi
her gün
bu ritüel
dar düşlerimde izlediğim
gülsüm öztomurcuk/ersin başeğmez
manavgat /20 mart 2014 18.00_izmir
yeşil düşlü şair/çaysız_şekersiz ve bademsiz
5.0
100% (3)