2
Yorum
12
Beğeni
5,0
Puan
2425
Okunma

yüzüne zemheri çarpmış şiirden bir akşamdı
ben vurdum dedim suç bir başına bensiz yattı
sekiz akşamdır kerbelamı ömrüme kurmuştum
naçar bir imgede gün gece kentlere savrulmuştum
saklımda gözlerine sunacak mor yeşil seher baharı
o çamurlu yolların taşına dizlerimle dağıtmıştım
belki de o hiç okunmayan o esrik masallarda
kollarıma kargalar kadar köhne kara kahkahaydım
ve ben ne yaptımsa kendi tenhalığıma
su boylarında vurulacak sığırcık şaklaması kalmıştım...
devriyeler devriliyor destan dağ deviren duvarlarda
her yanan ışıkta ceketim zifir bir kir soluyor
kendini aşk adına vuracak silahlara ne oldu
bir bana mı kaldı bunca nişangahtan barbut kokusu
aklıma yetim fikrime öksüz sevdalar büyüttüm de
hala neden soluyorum her şehir koyu katran kokusu
savrulan bir şiir anlatın bana mesela eskiz bir resim
olmadı ayaklarınıza renkli bir ihtilal sürün
her bulvarın infazı kendi vicdanı kadar büyür
ölürse kimse ölmez bir tek yalnızlık ölür...
soğuk ırmaklardan geçiyorum künyem ben değil
gözlerimi yıkayan yaş ve yağmur hiç değil
ay sarılmıyor karanlığa ki yıldızlar ne yakın yüzüme
ağzımdaki böğürtlen bir ölünün gamze tadı
sessiz korularda ateşböcekleri ışığı dilsiz
tırnaklarımda ağaçların nemli tomurcuk rengi
çok hazirandır az yaz unutmuşluğum vardı
evvel hikayelerden epey önce kalan
ve siz ne çok sevmiştiniz birbirinizi
bir fırtınada bir sandal tahtası kadar olamayan...
gözlerime dağılmış bir coğrafya çiz sevdiğim
dağılmış kandil ışıkları hicranına rehber olsun
sen ki göğsünde ezber nergislerin doğurganlığı
ayak bilekleri kaçak sürgün serin seher şafağı
kaldırımlar uyusun sen yine bir kez daha yürü
akasyalar arsız büyüsün açelyalar öyle narin
ellerinde kırılmış notası devrik keman izleri
sesin ki okuduğun yasak kitaplardan da derin
mevsim oldu görmedim kirpiğini bağışla
bir akşam firar verdim ömrümü boyun sancıma...
I.
bir aşk nasıl yaşar haritasız
yağmur vurmuş talan elimize
düşümüz söz olmuş barınaksız
serçe telaş düşer döşümüze...
iklimler geçtik kıyısına bozgun limanlar
yolumuzda gölgeler zühreye yaslı yıllar
eşkalimiz hüzün sokaklar sesimize dar
yürüdük patika bulvar alnımızda rüzgar...
bir ömür nasıl yaşar sığınaksız
sürgün düşmüş gurbet tenimize
ateşler köze durmuş makamsız
yar der yanar sönmez dilimizde...
hicranı mahşerinden yaralı gün bize neyler
ay ışır ırmak boyu vuslat yavuklunun yüzü
ferman damlasın varsın şarkımızda karanfiller
söylenecek sözümüz var gayri söz yeryüzü...
bir aşk ömürde filizdir
filiz susuz kanar
kan toprağa düşmesin
tohum toprağa ağlar
ve yeniden yanar şarkılar...
şarkılar yanar meçhul bir dilenci ağlar
ısırgan bir yeşil birkaç el tutar
yolların kendisine ait tel örgüler
cami avlusunda ezan kadar masumdurlar
hangi ses / hangi su acıyı kanla yıkar...
derken bütün perdeler camlarına küser
ölmek için anı derlenmez
her çiçek yaşamak için vardır
ve her yalnızlık paylaştığı kadar yankıdır
saatlerse yenik bir anı tarihi...
II.
gözlerime dağılmış bir iklim çiz sevdiğim
yitirdiğim bilye telaşı olsun mesela
hiç tanışmadığım bir ihanet de olur
kursağından kusan kurbağaları anlat bana
ki onlar ağzına su değse hıçkırık bilmezlerdi
sonrası her sözüme son bir mısra kadar veda
duyduğum her ses adıma yabancı
polis kaydımda hükümsüz bir telsiz kod adı
yani sebil mezarlarda dolaşan bir gezgin ne bilsin
ne bilsin seni hangi kitap okuyup hangi ihbardan sildiğimi....
Mert Metin
5.0
100% (13)