21
Yorum
31
Beğeni
5,0
Puan
2573
Okunma

Topraktı hikayesi
Yalnızlığım
Kısa gülen
çilesi uzun adamlar gibi düşüyorum zamana
işte
yalnızlığın buruşukluğu bundan dır diyordum saklıma..
kaleme düşen şiirin nefesini kesmiştin
seni duygu ile ıslıyordum bayrağın içinde
oysa sen
rengimi sorguluyordun kendinde
görüyor ve susuyordum
ünlem olarak düşüyordum, gözlerine..
güven çıkmazına girmiştin
halbu ki
gözlerimden okunuyordu
attığım imzanın altında oturduğum..
mesul olmayan kaderime
boyumdan uzun bir iz oluyordun benliğimde
bilmiyordun
sesimde ki kalabalık
içimde ki yalnızlığın doğurduğu
ağlayan öksüz suret di aslında
yarına eksiliyordum, yoktun çünki
belki de hiç varolmamıştın
yazgımdaki yemin gibi
öylece uzaktan yazılmıştın kim bilir
aslında bir türkünün eşliğinde
coğrafyamdaki mevsimde
yaşlı gözlere yaslanmakmış
düşlerin rüzgarına kapılmak...
ben mi gelmiştim sana
yoksa
sen mi gitmiştin bana
o arada anlayamadım
öyle sığınmıştın ki
savunmasız ve çokca
kimseye yer kalmamıştı içimde başka
sen
sensiz sessizliğimde sarhoş kelimelerden okuduğum
bir şiir din ömrümce..
sanki
gece olmuştum karanlığa
ıssızdı
içimde bir boşluk
ellerimde yalnızlık
cebimde bir kaç gelecek akıyordu
zamanların zifiri odasına
şuursuzca...
Ve Sen...
bakışların vardı,
kelime sayfaya düşerken, dilini unutuyordu
cümle bütünlüğü olmuyordu bir türlü
noktanın önünde duruyordun
harfler eğiliyordu önünde
aslında satır yasaları kurmuştum
yine de anlatamıyordum çokluğunu
ve seni anlatmak cenneti anlatmaktı
düştüğüm derinliğin böyle bir şeydi işte..
vakitsizce yazamadığım şiirdin
oysa yıllarım seni beklemekle geçmişti
şimdi karşımda duruyordun öylece
ve ben savunmasız kalmıştım, ulu orta
farklı idin yer/in/yüzünde
çünki
gölgesiz yürüyordun, Güneşin altında..
gel, yalnızlığıma gece ol
aç karanlığımı puslu düşlerimden
say ki bir yıldızsın dokunamadığım
in gögüs kafesime
yürü solumdaki köprüde
sıratım ol ahirime
tut ellerimi, bırak avuçlarına sonsuzluğu yazayım
gel otur yanıbaşıma, sana aşkı anlatacak
titreyen elleri ile
yüz yıldır seni bekleyen içimdeki çocuk..
hasretin nefesim olmuştu
döşümde ki göğüs, kafesini zorluyordu seni düşünürken..
bunun adı ne bir aşk, ne de bir sevgi idi
yüreğimi kalbine mühürlemiştim, toprağa kadar gidecekti
geceden siyah çalmıştım rengi eksik kalmasın diye
sensizliği kara sevdaya boyamıştım ben
mesafa derinliği içimde sonsuzluk gibi idi
sen zamandan beni çalıyordun
oysa ben, dar bir şehrin puşt sabahlarında
sevdanın karasını yazıyordum ama sen bilmiyordun, sende ki zamanlarda eskiyordum
yatırdığım gözlerin önüme önüme düşüyordu
eğer bir görebilse idin içimde ki seni, orada öyle durup bana bakarmıydın sevdiğim
böyle mi olmalıydı sensizlik, sanıyormusun yokluğunda yaşıyorum
dilimde kelimelerin ağırlığı ismini yazıyordu benliğime
ben seni bastığım toprağın bütünlüğünden, çok daha büyük sevmiştim...
Farzet ki bir denizsin
göz uclarımda
al beni derinliğine
sokul bana benden içeri
ıslat çöllerimi kum halimle
sonra istersen
dalgan ile vur beni kayalıklara
yosun yapıştır tenime
sen koksun terim
gel otur yamacıma şöyle
geceden karanlık yazılan, sevdayı anlatacağım
arada bir, tut soluğunu kesilmesin..
dokunmuştun içimde ki çocuğa bir kere
sen yoksun ya hani
ağlıyordu içimdeki sensizliğim, usulca
dünyam değişiyordu gözlerinde
bazen bir poyraz oluyordum dudaklarında
savruluyordum çıldırmış sılana
bazen de bir ateş oluyor düşüyordum, vakitlerime
hele o gülüşünde gidiyordum, üç yaşıma
neden çiçek açamıyorum, anlamıştım
yapışan aşkın
sanki gözlerimde atıyordu
solumda ki avuntum, çıldırıyordu
gel sokul yamacıma
sarıl bana, kömür attım kollarıma
sana sevdayı anlatacağım...
sanki bin yıldır tanıyordum seni
işte onun için
imanımda ki kuran dan çok daha eski sevmiştim seni...
sorgulama boyutları
elbisenin ne önemi vardı ki
soyunmuştum parmak aralarından hayata bir kere
bakir sevdan gözlerinden akıyordu
her damlasında boğuluyordum, çıkamıyordum
tutma, bırak içindekileri
izin ver içindeki baharda açayım
döllenmesin kalbimde ki heyecan
haydi ver elini geleceği yazayım
hiç çocuk olmamış bir erkeğin
kirpik meşelerinden başla hayata
sokul yanı başıma, sana seni anlatacağım
dört yaşındaki gözlerimin
kardeşini bulan, öksüz çokluğu ile...
ben seni cehennem derinliğinde sevmiştim...
haydi,
bana özlemi anlat çocuk
yatırdığın gözlerin, batırdığı gemileri anlat
her nabızda
sevgi ile büyüttüğüm
büyürken içinde küçüldüğüm sevdayı anlat
bana sevmeyi anlat çocuk,
gözlerine düştüğünde ki titremeyi
kalp çıldırmasından korkan bedeni anlat
çektiğin nefesteki gözleri
o nefesi verirken gördüğün bakışları anlat
anlat ki şiirlerim sevda boyansın çocuk..
bir bakımlık gökyüzü değildi benimkisi
bir kadını değil bir ülkeyi sevmişim, bilemedim
ben küçülürken ne kadar büyük olduğunu
topraklarım sınırlarına dahil olduğunda anlayabilmiştim ancak
şimdi bana sevdikçe parlayan, gümüş sevdayı anlat çocuk
kurak toprağa düşen yağmurun
düştüğü yerde ki özlem kokusunu
o toprağın yağmuru nasıl emdiği anlat
özlemin insanı kendi içinde
ne hale getirdiğini ve
sırat köprüsünde ki sevmeyi anlat çocuk
benimkisi
öyle iki kelime altı heceli ezber değildi
küçük harflerden kurulan basit kelimeler ise hiç degildi
kırkbeş sene cehennemde itina ile büyümüş
bir yangın topu idi
namlumun ağzında
ülkemin ikliminde mevsimler kuruluyordu
sebepsizce değildi
sılamı yakan bakışların
gözyaşımda ki masumiyettin sen...
25/07/2013 ÇORLU
Şiiri önce güne düşüren seçki kuruluna ve değerlerine teşekkür ediyorum, onur duydum mutlu oldum ve sayfada ziyaretini eksik etmeyerek onurlandıran sevgi dolu yüreklerin hepsine ayrı ayrı teşekkürlerimi bir borç biliyorum, şeref verdiniz hepiniz...
5.0
100% (29)