7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1457
Okunma
O
tel tınır akrep ’ e, el güle değemez
heybeye çakıl düşer hiç kimse ses edemez
asılı masallar dizilmiş ağlak bakireler için kirpiğe
her çınladığında gökkube
yerini arıyor kül ateşte
ıslağını özlüyor damla bulutta
bakarken aklım düne hayal diye
boyar akşam yağmurunda bakir bir taş alnını külle
kırbaç ister gecesine yitmiş serçe
kusacağım kara perdeli evlerin önünden her geçtiğimde
sesimden tutuyor kimsenin elinden tutmadığı bir adam
mavi mavi örüyorum saçlarını, sakalına takıyorum
sokak köpeği bakışlarını omzumun ucuna ekiyorum
öpeceğim kimsesizliğim aklıma her düştüğünde
konağını tarıyorum badem yağlı bezlerle
kirpiklerin ne uzun bebek, ağzında meme izi
yamarım gözünden düşemeyen her damlayla
kadının denize açtığı deliği
doğuracağım bir adam daha silah tutmayı her öğrendiğinde
SEN
eser matuf dalgasında denizin
façası bozuk bir tünelde yolcu
uzar gider ödenmemiş hesaplar
yarası gözünün ucu
arada çalıyorum dudağındaki ıslığı suya
satıyorum karanlığımı hançerleyip
nehirler yatak değiştiriyor
ölü taklidi yapan çakıllara gün doğuyor
saçları uzuyor bir kızın ansızın
gökyüzünden göz değmemiş bir yıldız kayıyor
oku yar
ve başladı duvarlara kazıdığını saymaya:
’
1 sis var
2 yıldız tutar beni
3 ellerimi ay
4 ok ellerime benim
5 gözlerime yay
6 sis var
’
eşkıya iliğinde uzar şair
çingene dilinde sızlar
öykü olur
çalıntı izler peşinde
öpülmüş saçlar çıkar karşıma
ben değilim ben değilim ben değilim
iğdiş edilmiş atlar şahı öte yana almış
mat olunmuş aşk, süvarinin kanlı zırhından
Afrodit’in koynuna zıpkınlanmış
kilidi sökülmüş kapımın, eşiği sürülmüş
akdini bozmuş kurt kuzuyla yaren olmuş
deşilmemiş yaralarımı kundaklayın,ciğerlerimin çivisini sökün
dökün kalbime kızgın yağlar
dağlara sürün bahtımı, ahımı unutmayın sakın
yakın bir söğüt olsun ama, aman dilerken bile
bileyim mümkün umut
in artık gözlerimden boğmadı mı seni bu in
bin yıllık asa veriyorum bin sırtına dünya senin
akacağın ırmak kuyum değil ininde sin
kınıma akın etti kan boyadı yüzümü kanlı asan
yıkıntısını süpürdüm çıkınımın gölgene
takınırım ayağıma hal hal yerine pranga
yakınmam kilidim sende
kınalı taşların var çingenenin falda gördüğü
saçına tak, aklın uyusun, uzasın kan
adam
cevizin göğe değen ucundan
düşecek çarpma vakti asam
hiçim, biçim değiştirmiş gün
kırmızı ay yüklenmiş buluttan
çatlamış bir kaldırım taşından adam
BEN
saçaklı merdiven bekler
tıfıl bir geminin rotasını
aklanmaz kusurlar yüzünden
batamayan gözlerime yağar çiy
aklım izinin yitmesinde kalır
kelimelerime ağıt dolar, dilime mendirekler
yerime, sancağım söz dinler
pasın tek rengi var sanırdım
kıvrımlı şiirler büyütürmüş oysa
oysa yağız bir tas olur
sunak olurmuş suya düşen yıldıza
bakır bir duvak, nazlı bir dere yatağı
ve son hamledeki kılıç
zarını yırtmış döl
ve pardösüsünü unutmuş yağmur altında kağıt helva
son nefeste söylenmeye sıra gelmemiş şahadet toprağın altında
HİÇ
sırrını ele verir lal
sırrını ele verir la’l
bir de ay hilal
yorulmak nedir bilmez topraklar
el al ey kamburumdaki lal
sırrını sırtıma yay
bu hediyeyi sırrıma say
HER
uyluk kemiğini çorbama katıp
bıldırcın yumurtasındaki uykulunun
buyruğunu yerine getirdim
Baki’nin Naga’ya mektubunun
son lokması harlanmış köpek çobanından
dev öyküler dinledim
iğdeler havlanacak
çalınacak
yarınına öykündüğüm serserilik uykusunun kulağına
kaçak bir tarla başında terlediği hafızın
karnıma karalı armalar ayaklanacak
sabahıma iğnesine köpük düşmüş paslı tasma havlayacak
dumanı sis belledim Ankara 90 ‘ında
gölgeyi iz
isimsiz adımlarla dokundum toprağına
yularından boşanmış eşşek
semerini yıkmış katır
yelesini saçmış at gibi sorgusuz
okuyacak yine tuzunu tıfıl geminin rotasının lodos
denizi yırtmak için yorulacak kadın
yelesiz at kişneyecek vişne çürüğü minderin üstüne
kuyunun ta dibinde olacak adım
hadım edilmiş kuşlar kanatlanır sesimin menzilinde
bir mendil açılır bir yerlerde
münzevi ağaçlar siyaha mevzilenmiş gölgeme sığınır
deniz atlarını avlayacaklar
o yalana inanacaklar kendilerinin söylediği
evvelce yağmalanmış kelimelerden çadır yapıp
yaşanmamış bir dünya kurmak isterdim
gölgeme sığınmak ve anlaşılmak
ve akrebe yenik
ve mavi ayaklı kuş
ve şarap kadehinde kırmızı
ve yanı yırtık resim
ve yıkık dökük kaldırım
ve deli
ve veli
ve dili yanık müeyyi
HEP
içilmemiş andın mahzunluğuna çeviriyorum gemimin rotasını
deniz anaları sarmalıyor ve su yosunu
bu sarhoşluk sefer hali
yoksa ben her akşam içiyorum en bir başıma halimle
eteğindeki rakı kokusunu
menzillere varıyorum sırf varış olsun diye
her durak sana dönüş için
haritalar çiziyor buluttan
nefesimi yolluyorum sigaramın kanadında
kargalar sarmalıyor, martılar
yağmura heves yok bulutta
duraklar aşıyorum ve bulutlar
aklımı yolda buluyorum
ellerimi rakı kokulu durakta
suya dönüyorum yüzümü doğruyu bir o dermiş gibi
gözlerin sarmalıyor ve şarkılar
anlar doluşuyor heybeme
aksimin ardı duvar
içinden geçesim var ve eteğine uzanasım
utanma
herkesin bir kere rakı kokmuşluğu var
Dilek İsik