10
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
938
Okunma

söylenmemiş çok söz vardı
duvar gibi örten mısralarımı
gül kokulu heceler vardı kelâmın göğsünde
alnı mor sarılırdı heyhat: Beyit olup
özümden dimağına
bir ferman olup dilden dile dolaşır
eski zaman olurdu sevdaya
umut yangınından arda kalan
birikmiş biriken küller uçardı
itiraf kadar ağır sencileyin
sen;
bu hayatı yaşamadan, sınavını vermeden
oturup okuyacaktın, okuyacak yazacaktın
bir kalem yontulmadan
mermer süslenmeden
ölüm ve su; hepsi bu
demeyecektin!
toprakta bir gelincik kokusu
omuzuna yaslanmış ağlıyor
semada gümbürdeyen bulutlar susunca
geçmiş korkusu
sokuldukça beliren
vahşi ve duru umutlar gibi
ikiside içinde
aynı biçimde;
yoksunluğunu efil efil bürüdü
suları taşırmadan kafesini kırmadan
hangi denizde bekliyorsan
enginlere bak
içinde ki öfkeni sür açıklara doğru
kanında köpürmeden
kal de kalayım!
beni arama utangaç mısralarda
güneşin tılsımı ol
bulutlardan ak de; akayım!
sev de seveyim en kalbi his ile
çığlıkları kes;
nâran çok fena de; susayım
düşlerimi yollara
dişlerimi önüne dökeyim
ölümün bestesi hasretle okşanırken
istiğfar eder dilim
bu sevda yüreğime dolana kadar
tutuşur aşkından kalbim
yürürüm An(a)kara’ya
yollardan toplayarak adını
dönüşü olmayan zamanlara
bir çay içimi desen döner dururum
bir yanım sende kalacaksa
ve toprak kabul edecekse
umarsız beyaz’ıma yansıyacaksa suretin
bilki!
kuşanır kurşunî şiirleri çıkar gelirim
sinsi bir iblis inerken ruhumu talan etmeye
çalınırken çocuk uykularım
karanlığın gözbebeği gecelerden
dolu dizgin sızar cehenneme kadavram
yani; uzun lafın kısası
öl de öleyim
gel de geleyim