tüm alkışlar uyuştu,tüm sebepsiz kavillerin ardından
iç içe çekmek bir hüznü,akşam telaşını ertelemek tüm cümlelerde
tüm bağışıklık kazanmış rüyaları örseledi bir gecede
görmeden öldüm,bir mersiye çıkıverdi tüm ilâhların doğan güneşinde,
tüm gün yürüdüm!
nefsinin ayak izlerinde...
gör ki kitabesi uydurulmuş bir
aşkın hazin hikayesi
saçları lâl suskunu gibi,koynuna alıyor bir teli,bir rengi
memleket gibi alacakaranlık bakışlarını üzerime çevirdi
ki o an küsmüştüm tüm hayallerime,bakışları deli
mavi..
kadın hırpalanmış bir gelin haliyle gördü gözlerimi
özentilerini özgürleştirmenin buğusuyla öptü nefesimi
bir haziran
gecesinde pandora’nın kutusunu açtı yürek titremesiyle
ve engellendi tüm esrarengiz,loş ışıklı sevmeleri
yanık kokulu bir med cezir hali yapıştı suskun sonbahar akşamlarıma
seninle
gülüp,gözlerine ilişmek bir anda,şu kamelyanın altında
bir ürkek kalabalığı sürükledi peşi sıra ardıma
ve unutturmuştu soğuk iklimleri bir anda
üşümelerimi bir yangın sarıp sarmaladı ravilerin kollarında
koşuşturmalarım zarif kaldı yanında,
defalarca!
biraz yakışıklı durdu üzerimde yaklaşan ağustos
damağımda bir
gül tanesi,okuttu adını nefes nefes
iki elma ısırığını paylaşmış mıydık sanki,bu ne çoğalan
aşk-ı heves
haczedilmiş yastığımızın üzerinde cesur sanki bir selamlık
muhabbet bir enfes ki aynalarda konuştuğum yansıman
bir enfes..
yavaşladım biraz kucakladım senli telaşımı
ama hala sirenler çalıyor yüreğimde
öldüm mü şimdi ?
sevdim mi?