9
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
2201
Okunma
(Mecbur doğmaktır bazen hayat...)
en asiler de biter ya hani?
en deli Mart ta devinimindeydi yetmişlerin
üşüyordu Kızıltepe ovası
bahara selam durmuşken toprağı…
gökkuşağına rest çekmişti yeşilin mevsimlik doğumları
hangi acısı tarifsiz doğumlara gebe olacağını bilemeden
bir can doğurdu geçmişin sancılarından…
rehaveti çökerken kasıklarına ovanın lohusalığın
sancıları başlamıştı
boynunda ki göbek bağına direnen taze canın!
kim belirleyebilir ki doğacağı çamuru?
kim bilebilir ki hangi bedellerin bitimsiz savaşında kıvranıyor toprağı?
hangi atadan,hangi anadan nesil bayrağı devralacağını, kim?
belki de en ve tek mutluluğu olacaktı bebeklik yılları
henüz alışmışken daha adına
hicreti öğrenecekti taze dimağı...
bilmese de zorundalığını
yaşarken ana, babası
babasızlığı duyumsayacaktı, sızlarken belli belirsiz direği burnunun
ve anasının baba oluşunu aynı dorukta…
Kürt’ün geliniydi o
Kürt’ün kızı
çorak toprağınca asi
suyunca sert
iklimince kuru kara Kürt kadınıydı o!
otuzuna geldiğinde bile
tütecekti, sarı sıcak tütün kokusu burnunda
kapadığında gözlerini yaşamdan yoruldukça...
var mıydı dört yaşında, üç müydü yoksa hala?
nasırlı eller kaşıkla temizlerken diplerini tütünün
takılırdı, güneşten korumalık dal parçasına bebek gözlerini kısarak
işlerdi bebek dimağına oncacık da olsa…
anaydı bu
ana /emek
ana /ekmek
ana koruyan demekti
baba demekti işte!
gerisi karanlık...gerisi zor zamanlar...
siyah poşet içinde, gofret ve şeker demekti baba
uzun aralarla kapıyı çalan tanrı misafirince
öyle ki ,yüzü bile anımsanmayan
kalmayan bebek usunda derince...
baba / şeker demekti
baba / gofret
baba / çikolata
baba şehirden gelen yabancı adam demekti!
beş olmuş muydu yaşı bilinmez, altı mıydı yoksa?
ama bildiği vardı ki bir şeyi
büyüyordu kara çocuk, istemese de...
akranları vardı
birlikte deresinde yüzmeye gittikleri köyünün
bilemezdi ki
Amerika’nın henüz pet şişeyi keşfetmediğini?
cola denen illetin henüz cam şişelerde zehirlediğini insanını
bilemezdi ki?...
ve köye gelen burjuva ufaklarının içip içip atacağını rasgele
cennet yarısı köyünün deresine...
ve nerden bilsin di kırılacağını?
tabanı yanmıştı, kafatasının ortasında hissederken zalim acıyı!
ilk selamını almıştı
ilk tanışması olmuştu acı denen mendeburla
ki son olmayacaktı asla!
bulandı berrak deresi cennet yarısının
kızıla kesti mavi
çığlığa köyün dağları!
hey gidi Ümran hey!
bileydi sırtında yollar aşacağını
üç gün önce yanaydı isterdi bu karaoğlan, canı!
ve unutamayacaktı özverini, yıllar devirse de yılları...
Kürt güzeli ana
köy güzeli ana
Xurs güzeli, tütün güzeli ana hey!
yakmıştı sarı sıcak gene
cennetin serin suyunda atacaktı hani yorgunluğunu
az dinlenecekti hani,yer örtüsüne atıp yorgun bedenini
demeseydi kara oğlan
“canım yanıyor anam!...”
var olmasına vardı da sağlık baba
ne bilsin
en bildiği, tütünü kutsal saymak olan garip ana?
yetiştirdi can havliyle yaşlı lokmanına köyün, küçük yiğidini
unuttu yangınını canının deli oğlan
görünce ateşten çıkan kızıl uçlu bıçağı, elinde yaşlı kadının!
gerisi karanlık...gerisi acıydı...
camiyi bilirdi çocukları Xurs’un, okuldan evvel
ve Elif -Ba’yı latinden önce
toprak ta olsa iki katlıydı evleri, severdi
ki özleyecekti hep...
gıcırdayacaktı dişleri ama, her hatırladıkça
kanlılarının mahallesinde olduğunu evlerinin!
ve otuzunda anlayacaktı
derin çizgilerini güzel yüzünde, anasının
acıyla karışık
“oy lawooo! ” deyişlerinin hikmetini...
pek sevinmişti karaoğlan
yeşil ford dolmuşuna bindiğinde
tek ganimetleri olacaktı, Xurs’a veda ettiklerinde
çanak çömlek ve tek kat yorgan döşekleri...
“yakışmadı anam” demişti kara oğlan
siyah önlüğü geçirince sırtına sevinçle anası
"önlük kara ben kara,
üstelik sıska ve çelimsizim" demişti
aklı ermeye mi başlamıştı hayatın uyumsuz renklerine?
ve harcayacak mıydı delice
ağartmaya, bu karayı Dünya’ dan, adına tüm insanlığın!
ilk ayrımı hissedecekti derininde, sıska bedende ki koca yürek
ilk isyanı haykıracaktı sessiz avazı
bilmediği lisan için yediği sopaların, her iniş kalkışında!
sevse de öğretmenini
için için kabaracaktı öfkesi, aynı toprakta “ayrı” oluşuna, oluşlarına!
ana dilince okumanın bedeli, dayak olacaktı ona, alfabeyi
ve pis sırıtışları silinmeyecekti usundan ömrünce
şımarık memur çocuklarının!
vasat olacaktı dersleri, çırpınsa da delice kapatmaya arayı
baştan yenik başlamıştı zaten hayata!
tanışmamıştı daha Napolyon’u delirten madenle
ekmek / emek demekti
emek / tütün
tütün / yaşam!
ve tüterdi buram buram gözünde, cennet yarısı köyü, vatan!
yazmasa da üstünde
bilirdi ki karaoğlan
kantin / para demekti
para / memur
memur / şımarık çocuklar demekti!
ve ona, onlara düşen
yalayıp dudaklarını dil bilmez dilleriyle
seyretmekti vitrinini kantinin, şapırtılarını şımarıkların!
Kürt güzeli ananın, Kürt inatlı karasıydı o!
direndi bir gün
rahat vermedi tandır başındaki anaya
koparınca ilk emeksiz kazancını anadan
soluğu almıştı zenginler kantininde
ve selamlaşmıştı işte, tost denen mucizeyle!
ama kanında ar vardı
hakkı emmişti anasından terli sıcak, helali...
gösterip şapırdatmadan şımarıklara
kuytu köşelerde yemişti lokma lokma
saklayarak yan cebine tost denen cevheri!
kör topal devirmişti yılları orta okula
sökmüştü
uğruna izler taşıdığı ayalarında, lisanı!
meraklıydı doğaya, çevreye, yedi düvelin coğrafyasına
ezbere bilirdi cümle Dünya başkentlerini
ve bilirdi İsrail’i de...
otuzunda bileceğinden çok farklı gerçekle hem de (!)
büyüyordu karaoğlan...
deli çarptığında ilk sol yanı
aşka selam durmuştu ilk heyecanı
kuzen diyorlardı şimdi adına
hey gidi güzel akraba kızı!
ne açılabilecekti sana ömrünce bu kara yağız?
ne unutabilecekti asla
evlenip karışsan da çoluk çocuğa
ve görse de seni yaşadıkça...
acıyla tanışır ovanın çocukları
coğrafyanın özelliğinden olsa gerek
tanışmadan ömrünce oyuncakla...
koparınca arkadaşını yaşamdan, oyuncak sandığı roket?
iki cana daha mezar olacaktı Kızıltepe ovası
zılgıtlar eşlik ederken acıyla
lanet okurken bin kez daha "aitsizliğe" !...
iki damla yaş inecekti yanaklarına kara oğlanın
gıcırdayan dişleri susturacaktı dilini...
gerisi karanlık...gerisi ölüm olacaktı!
kana bulandı ilk karne sevinci o gün
kurşunlanınca kafasından Kürt öğretmen, okul yolunda
ana dilinde türkü söylemek olacaktı tek suçu (!)
boş derslerin birinde...
hey gidinin gençliği!
kapatmak demekti diğer adı onlarla arayı
liseli olmanın
ve tanışmaktı,siyaset denilen soysuzluğuyla memleketin!
ne kolay da ezberlenirdi meğer adları
Hizbullah, Kontra...
ve alışıyor kulaklar yürekten önce,acıya
Yılmaz’ı da vurdular karaoğlan, Fırat’ı da, babasını da!
Kontra Hizbullar,bellerinde silahlar satırlar
okulda kravatlarını yakıyorlar newruzlarda solcular...
silahla tanışır karaoğlan, yedi altmış beş map espanol
ve ilk aşkı hala aynı okulda yan sınıfta...
büyüyor aşkı gitgide
terledikçe sakalı bıyıkları yanık teninde...
korku kol gezer, böler uykularını gece yarısı en tatlı yerinden
istemese de öğrenir kara oğlan, en yalan gerçeklerin adını bir bir
sol’u, sağ’ı, milis’i, dağ’ı!
kaçamazsın istesen de, biter ensende mutlak birileri
çoktan seçmelidir artık hayat besbelli...
devletin soluğunu hisseder ensesinde karaoğlan
ya seçecek / ya seçileceksin
artık halis muhlis devletin muhbirisin!
tercih şansı var mıdır?
varken ana, baba, can korkusu?
hele ki süt kokarken daha
aşık ta olsa yüreği
öpüşmeyi bilmeyen dudaklarından nefesi?
gelirken ardından pişmanlıklar delice
"ben kimim?" soruları kemirir beynini inceden ince
deli çağın deli kanı, ya akıp / ya akıtmadan çok şükür
askersin derler, terk eder ovasını kara oğlan
zılgıtlar eşliğinde bir gece...
uyurmuş ta en deli sular okyanuslarda bile
uyumazmış düşman yıllarca
hele ki adı Kontra Hizbullah olunca!
sevinemeden tütün güzeli Kürt ana,döndüğüne askerinin
acı haber yayılır ovaya çığlık çığlığa
"karaoğlanı da vurdular ana! "
sıyırmıştır omuru kahpe kurşunu Kontra’nın
diyetidir ödenen, terki diyar etmenin
onların adaletince!
yanar baba, ana yanar, çareler düşünür aşiret
toplayıp ileri gelenleri mecliste
kapanınca yarası karaoğlanın
zifaf gecesinde açar gözünü nasılsa bir gece
seçmiştir anası birini kendince
korumaktır evladını şerden beladan, aklının yettiğince
aylar devirirken peş peşe ayları
yıl döner, ardından yağmurlu bir gece
doğarken karaoğlandan bir can daha dünyaya
alır tanrı genç anayı yanına!
ana kucağı görmeyen Yağmur bebek kollarındayken
yırtar avazı karaoğlanın, Kızıltepe ovasını çığlık çığlığa!
yorulmuştur karaoğlan
büyüyüp güçlendikçe bedeni inadına
adar kendini dine, Kuran’a
arınmak için acılarından
kopar Dünya’dan, insanlardan!
ermiştir ulviyete
tarikatlar, şeyhler, müritler...
bir sayfası daha kapanacaktır
dolduğunda miadı, ömrünün yarısında
acıyı da vururlar bir gün!
acı da biter yorulunca!
büyümektedir Karaoğlan, küçüldükçe Dünya gözünde
çizmiştir rotasını
iz bırakacaktır gücünün yettiğince
aşacaktır ummanları kesindir karar
Macellan, Colomb şaşırmalıdır baş kaldırıp topraktan görünce!
Newton’a rest çeker, Rodi’ne çelme, Arshimed’e güler bıyık altından
ey Aron! diye haykırır bir gece
bekle de gör, kim daha deliymiş
kim kazırmış adını tarihe, lanetlendikçe?
hazırlanmalı Dünya
Kızıltepe ovasının son kasık sancılarına, keskince!
bir diyet alacaklıdır hayattan
isyan lavları körüklendikçe, soyunmuştur basamak olmaktan!
gelmiştir arşınlama sırası
çiğnemeli, ezmeli, basmalıdır doruğa tırmanırken
ve bilmelidir en bilinmeyeni
doğurmalıdır doğmamış ilmi
en olacaktır
tek
aşıp çokları, kalıncaya kadar yek!
sevdalanır okumaya kara can
ova cömert
ova doğurgan...
sunar yılların aldıklarına inat, yediverence
serpilmiştir karaoğlan, şaşırtan cezbiyle
gıpta ederken hemcinsleri için için hasisçe
hayran kalacaktır en “benim” diyen huriler dizilerce
bütünleştirecektir ovanın sunduğu güzelliği
alır eline beynini
işler nakış,nakış oya, oya ince,ince
ikilenmiştir aşkları
armağanıdır Yağmur bebek, kanlı yağmurlu geceden
okumaktır diğeri evreni
doyumsuz, satır, satır hece, hece...
kalmayacaktır tek meydan susturulabileceği kendince
ta ki kalmayacak tek fani, önünde saygı secde!
bedevileşirse kimlik, rahipleşirse ruh, seyyahlaşırsa yaşam
azalır mı “kendi” olacağı insanın zaman?
ermek midir diğer adı, erişmek midir menzile?
yazmak mıdır adını aklın zirvesine?
umman durgun
gemi sağlam
gümüş tepsidedir sığınılacak sayısız liman
değişmeyen tektir, dümende ki kaptan
adı karaoğlan!
ramak kalmışken hedefe
yokken önünde tek dalga tek engel
duyumsar açlığını karaoğlan
küçümseyip hesaba katmadığı duygunun ...
o duygu ki, ne kralları etmiştir alaşağı tahtından
ne saltanatlar devirmiştir dört yandan
ne benim diyenleri sallamıştır darlarda
çarptığında şakağına fısıldar adını
"aşk benim adım
aşk! "
direnir kara damarlarındaki inatla
seçtirmeyecektir açlığını
kaptırmayacaktır havluyu, leke sürmektir erliğe kendince
selam verip teknolojiye
kullanacaktır nimetlerinden, yakıştığı gibi asilce
bir “O” yaratmıştır usunda
elinde tek tip, tek ad, tek renk elbise
giydirecektir, uygunluğa gelince…
yorulur yanıldıkça, deneyip
her biri biraz eksik kendince
kesecektir umudunu
verdikleri aldığını geçince
“o” olmamıştır olmayacaktır asla hiç kimse!
........................................
tesadüf mü, tevafuk mu?
ya da olmayan sopa yerine, had bildirme yöntemi mi Tanrı’nın?
karşılaştılar
Mezo’ydu birinin adı
diğerinin Aron…
yıkılıyordu adına “değer” dediği putları
çarpışıyordu kurallar kıran kırana!
birinin adı, karaoğlan özerkleri
birinin toplum
ilahi adalet miydi diğeri?
ya da
şans mı saymalıydı yalnızlığına bedevi ruhunun
geçmişin diyetine denk ödül müydü Tanrıdan?
tarif edemiyordu Aron
parçalasa da bildiği lügatları kendince lime lime
edemiyordu Mezo’ da kendince...
galip geldiler med-cezirlerle savaşında hayata
ve aşıp, aşılmayacak barikatları
yaşadılar tarifsizce vuslatı!
en kısa ömrü mutluluğa biçmişti Tanrı
kullarına armağan kavramlarda
ve tükenmişti istihkakları işte
yüzleşmişti Aron, gerçekleriyle
çıkıyordu zulalardan
adı toplum!
adı töre!
adı aşiret olan, keskin kılçlı haramiler!
gömülmüştü suskunluğuna şaşkın
gömüp Mezo’yu da bilinmezler mezarına
saklanmıştı kalkanının ardına, adı suskunluk olan
ve miadı bilinmeyecekti asla...
tek sözcük dökülüyordu dudaklarından
zaman!
ve
belki...belki...belki...
gerisi karanlık...gerisi?
...ve devam ediyordu gene hayat!
gülüyordu insanlar
yağıyordu yağmur
esiyordu rüzgar
dökülürken yaprakları takvimlerin birer birer
bitmeyecek maratonda yarışıyordu yelkovanlar akrepler
ve nasılsa doğuyordu hala güneş her sabah?
dönüyordu Dünya!
iki kişi vardı sadece, elleri arasında olan başı
Mezo’ydu biri
diğeri Aron!
aşkın yeni Tanrıça ve Tanrısı!
Mezopotamya’nın Asi-l Kızı
5.0
100% (9)