15
Yorum
1
Beğeni
4,8
Puan
3236
Okunma

Türkçe’nin tüm lehçeleriyle bugün dünyada en fazla konuşulan 5. dil olduğunu, dil olarak adeta matematiksel bir yapıya sahip olduğunu ve bilgisayar diline de son derece yakın olduğunu dünyada en erken anadilini öğrenen çocukların 2-3 yaşlarındaki Türk çocukları olduğu yapılan araştırmalar sonucunda dil uzmanları tarafından ortaya çıkarılmıştır.
Türkçe’nin dil varlığının zenginleştirildiğine işaret ederek, Atatürk’ün de bizzat kendi dil çalışmalarının olduğunu, özellikle geometri alanında ve askeri terimlerde pek çok yeni sözcük ürettiğini bilinmektedir.
Diline sahip çıkan bir millet özünü asla kaybetmez.
Hangi ülkede yaşanılıyorsa o dil konuşulur ve yazılır.
Bir anekdota yer vermek istiyorum:
“Konfüçyüs’e sordular:
- Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?
Büyük düşünür şöyle cevap verdi:
- Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım. Dil düzensiz olursa, sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılamazsa, âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez.”
İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.
Dünyanın en zengin dili Türkçemize sahip çıkalım!
Türkçe’yi kullana bilmenin onurunu yaşıyorum.
Kuruyan dudaklarını ıslatan nehirlerle
bir kez daha öp eğilip boynundan dizelerin...
birgün,
masallar da gerçekleşir gecenin koynunda
eski tanıdık bir yüzden çalınan gülümsemeyle
duru sulara yansır hayali
harelenir inceden
dudakları güzelleşir
yanaklara düşer utanç
rengini bırakır avuçlara...
öyle ki;
ömür mum ışığında ince titrek bir rüyanın aleviyken
gece sevmelerini bırakır gölgeler duvarlara
gittiği vaki olmamıştır baş ucumdan
ki sorsan aynalara yalansızdır onlar…
adımları saklasan da sokaklara
yine de yalnızlığa açılır her kapı
tüy kalemin ucunda ağır bir yazıdan sızar
dar vakitlerde yitirilen sevginin kutsiyeti
mavi atlas düşlerini saklarken göğsüne
kırık mızraplı martı sesiyle düşer gün
ne vakit bir deniz kabuğu kırılsa sahilde
paramparça izler kalır kumlara...
bilirsin önce düş/ün/melisin yürümek için
kırağı düşmeli bahar çiçeklerine
yeniden açmalısın
yaşamayı öğrenmek için...
kim bilir;
kaç ten acıyı yıkadı yılların nehir yataklarında
ne topraklar ne bedenler sakladı göğsüne
yaşamak da
sevişmek de
ölmek de sanattır
yazamadığın her şiir kurt yeniğidir dilinde...
bu nasıl Türkçe’dir anne her gün saçlarımda uzar sözler
imge takar tellerine toka yerine
söylenmediklerdir oysa
dilimdeki yara
hiç geçmeyeninden...
5.0
80% (8)
4.0
20% (2)