0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
21
Okunma
Sen,
iki yakası bir araya gelmeyen bahtımın
sabaha karşı sönen lambasıydın;
düğmeleri iliklenmeyen kaderin
omuzlarımda bıraktığı iz gibi.
Adını anınca daralırdı göğsüm,
çünkü bazı isimler
nefes almayı değil,
susmayı öğretir insana.
Ben,
üstüme oturmayan sevdaların
acemi terzisiydim;
ölçüyü kalbimden alır,
hatasını yine kalbimde saklardım.
İğne elimde titrerdi,
ipliğin ucunda sabır;
her dikişte biraz daha
kendimden eksilirdim.
Bir kaftan biçtim sana,
başkasına göreydi;
benim söküğüm sana dar gelirdi.
Sükûttan öğrendim şunu:
Bazı sevdalar yüksek sesle yaşanmaz,
bir duvar dibinde
gölge gibi uzar.
Bir çayın buharında kalır adın;
soğudukça ağırlaşır,
içtikçe susatır,
susadıkça hatırlatır.
Geceler vardı,
saatler düşerdi ceplerimden;
zaman yürürdü ama
ben yerimde sayardım.
Aynaya baktığımda
yabancı bir yüz görürdüm;
seninle ben arasında
ince bir kırık vardı,
ne adını koyabildim
ne de üstünü örtebildim.
Sen,
kendi içimde kaybolduğum
uzun bir sokaktın;
ne tabelan vardı
ne de dönüş işareti.
Her adımda biraz daha
kendime çarpıyordum.
Kalbim,
“Dur.” demeyi bilmeyen bir çocuk gibi
ardından koşuyordu yalnızlığın.
Ve ben,
her şeyi onarmaya çalışan
yorgun bir usta;
kırıklarımın listesini tutar,
en sona hep seni yazardım.
Çünkü bazı yaralar
öncelik değildir;
kaderdir.
Kapanmaz,
alışılır.
Şimdi biliyorum:
İliklenmeyen her düğme
ayıp değildir;
bazen insan,
tam da oradan
nefes alır.
Sen gittiğin yerde
başkasına denk geldin belki,
ben kaldığım yerde
kendime denk düştüm.
Yine de şunu saklıyorum içimde:
Eğer bir gün
rüzgâr tersine döner de
yolumuz aynı sokağa düşerse,
konuşmayalım.
Bir şiir gibi
yan yana susalım.
Çünkü bazı hikâyeler
devam edince değil,
yarım kalınca
güzeldir.
Kadir TURGUT