6
Yorum
21
Beğeni
4,6
Puan
86
Okunma

Bir boşluk ki bu, ne deniz doldurur ne gökyüzü,
Ne de en derin nefes alışı unutturur seni.
Şehrin bütün lambaları söndü sanki, o sonsuz veda günü,
Sadece kalbimde uğuldayan bir rüzgarın sesi.
Zaman, eski bir filmin kopuk makarası şimdi;
Ne ileri gidiyor ne de geriye sarabiliyorum.
Her sabah, uyanmak bir ihanet gibi,
Yokluğunun mührünü, alnımda taşıyorum.
Unutmak, denizin taşı fırlatması kadar imkansız;
Hafıza, beynimde işkence eden zalim bir bekçi.
Ne yana dönsem, seninle örülmüş bir çıkmaz,
Aynada gördüğüm yüz, artık eski ben değil ki.
Ben o eski şarkının, yarım kalmış son notası;
Bir elvedanın ardından gelen ağır melankoli.
Senin adın, bir zehir gibi işleyen damlası,
Ölsem de geçmeyecek, ruhumdaki kalıcı iz.
Ne bir umut fidanı yeşerir bu kurumuş toprakta,
Ne de güneşi görür pencerem, perdem kapalı.
Yaşamak, sadece nefes almaksa bu çamurlukta,
Ben, çoktan vazgeçtim bu sahte hayattan, yaralı.
Her geçen gün, seni daha keskin bir bıçakla anmak;
Aşk, bitmemiş bir yara, sürekli kanayan bir yer.
Bu acı, artık tenime yapışmış, çıkmaz bir astar,
Ve ayrılık, en sert, en acımasız gerçek.
Rüzgar bile artık kokunu taşımıyor bana;
Sadece toz ve keder savuruyor yüzüme inatla.
Ciğerlerime dolan hava, paslı bir demir tadında,
Dünya, senin yokluğunla dönen, yorgun bir makine.
Geceler, bitmeyen bir kış uykusu, derin ve soğuk;
Her rüya, yeniden başlayan, aynı zalim senaryo.
Uyanmak, o düşten daha gerçek, daha büyük bir şok,
Çünkü yokluğun, kalpte en keskin iz, en acıyan yara.
Beklediğim gemi, hiç kalkmayan bir limanda mahsur;
Bütün pusulalarım kırık, yönüm sadece yokluğun.
Kalbim, atışı unutmuş, terkedilmiş bir çan kulesi durur;
Son ses, senin vedandı ve o ses, kederle taşlaşmış.
Bu ayrılık, tanrının en adil cezası gibi;
Benden alınan nefes değil, tüm yaşama sevincim.
Yürürken ardımda bıraktığım her adım izi,
Boşluğa açılan, geri dönüşü olmayan bir geçim.
Eski eşyalarım bile seni soruyor sessizce;
Koltukta bıraktığın iz, mendildeki parfümün.
Ev, şimdi bir müze, hüzünle dolu her köşesi,
Ve ben, bu enkazın tek bekçisi, tek mahzunu.
Elimi uzatsam dokunurum sanırım o güneşe,
Fakat soğuk bir duvar çarpar avucuma her sefer.
Umut, çoktan yandı, külleri gökyüzüne serpe serpe,
Şimdi sadece gölgeler dans eder, fersiz ve keder.
Hangi kitaba baksam, hangi filme dalsam,
Tüm kahramanlar, sanki bizim ayrılığımızı yaşar.
Bu evren, sadece senin yokluğun üzerine kurulmuş bir matem,
Ve bütün sırlar, bütün aşklar, sana çıkar, sana varır.
İnsan sesi duymak, en büyük işkence oldu;
Her kahkaha, bana ait olmayan bir mutluluğun sesi.
Duymak istemem, ne yağmurun sesini, ne de dolu;
Sadece kalbimin çatlaklarından sızan ayrılığın sesini,
Artık ben, ne bir yolcuyum ne de bir ev sahibi,
Sadece iki dünya arasında asılı kalmış bir duman.
Ne gelenim var ne de gidenim, bu hayat sahnesinde;
Tek rolüm: bitmeyen vedanın ta kendisi, her an.
Şimdi ben, sensizliğin dilini çözmeye çalışan dilsiz,
Oysa dilimde sadece senin adın var, bir dua gibi.
Bu uzun sancı, ömrümün en büyük, en hüzünlü izi,
Ve ben, bu vedanın hükmüne boyun eğen müebbete mahkum.
Cemre Yaman
5.0
89% (8)
1.0
11% (1)