1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
32
Okunma
İçimde bir yalnızlık var;
sesini dışarı vermeyen,
ama içimde yankı üstüne yankı bırakan.
Boğazımda düğümlenen o sessiz çığlık
sanki ruhumun görünmeyen kapısını aralayıp
içeriye yalnızca beni davet ediyor.
Biliyorum, içimde taşıdığım ne olursa olsun
dışarıya aktığında evrenin ritmi değişmeyecek.
Çünkü bazı fırtınalar
insanın kendi iç coğrafyasına aittir.
Benim dalgalarım da böyle;
yükseliyor, büyüyor,
kendi kıyılarını yıkan tsunamilere dönüşüyor
ama dışarıya bir damlası bile taşmıyor.
İnsan bazen kendi iç okyanusunu yönetmek için
garip yöntemlere başvurur.
Ben de kendime,
“iyiyim” diyorum bazen.
Bu bir kaçış değil;
ruhun kendini korumak için
kurduğu küçük bir enerji çemberi.
Polyannacılık değil bu;
daha çok kendi karanlığımı
kendi ışığımla dengeleme çabası.
Hayatın özünde şöyle bir sır var:
Dışarısı, içimizin yansıması değildir;
içimiz ise çoğu zaman dışarıya gösterdiğimizden çok daha derindir.
Psikoloji bunu “gölge alan” der,
mistiklerse “ruh mağarası”.
İnsan bu mağaraya girmediği sürece
kendi hakikatine dokunamaz.
İçimdeki sessiz çığlık
bazen beni tüketir gibi olsa da
bir yanım biliyor:
Bu çığlık aslında bir çağrıdır,
bir hatırlatma.
Kendi içime, kendi varlığıma,
kendi hakikatime çağrı…
Ve ben her sustuğumda
daha çok duyuyorum kendimi.
Daha çok tanıyorum içimdeki dalgaları,
sabahları hangi acının,
geceleri hangi düşüncenin yükselteceğini…
Belki de insanın gerçek yolculuğu budur:
Dışarıya gösterdiği yüzü değil,
içindeki fırtınayı anlamayı öğrenmek.
Bir gün
bu içsel ses,
bu sessiz çığlık
bir bilgelik nefesine dönüşecek…
O zamana kadar
ben içimin derinliğinde
kendi yankılarımla yürümeyi sürdüreceğim.
meyra
5.0
100% (3)