1
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
58
Okunma
Vuslat Kapısı: Arafat Sırrı
Ya Resulallah, menzilim olsa Arafat Sırrı,
Gönül meşk eder, yanar Aşk-ı Muhammedî!
Bedenim göçse, ruhum yürüse Leylâ’ya doğru,
Açık kollarım, cemâline sarılmak için.
Bu can kafeste,
Çoşar, fırlar gibi yerinden,
Yanmak ister bu tende, Muhammedî Nur ile!
O mekân ki, Hak ile randevu yeri,
Doğusuyla batısı, siyâhıyla beyazı birleşir,
Hepsi bir renkte,
Tevhid-i Esmâ ile...
Arafat değil, sanki Hakk’ın Tecellisi,
Bir ateş kubbesi,
Tüm nefsleri yakıp, sırrı paylaşır gönüller.
Daha çok almak için değil,
Daha çok erimek için
Ya gözler?
Silinmiş, bakışlar pınar,
Hû’nun zikriyle zemzem olmuş, akar durulur.
Kıyamet-i Kübrâ dışarıda değil, kimin umudu?
Asıl kıyamet, kalb-i sâfide kopmakta,
Aşk ile, Muhabbetullah ile, Fenâ olup kavrulmakta...
Beyaz ihramda, kefenim hazır, pamuktan bir tarlayım,
Yağan kar misali, lapa lapa vuslata susamış.
Cem olmuşuz, ölüme değil,
Hayy’a hazırlanmışız,
Ölümü değil, Beka’yı şahadet bilmiş.
Mezar taşına yazılacak yazı değil, Levh-i Mahfuz’daki sır:
Aşk-ı Mutlak,
Sevda-yı Ezeli, Nur-u Muhammedî için!
Korku; Vahdet yolunda, ne kelime ne hece!
Son mu başlangıç, başlangıç mı son?
Hakk’a ulaşan bilmez.
Bizim derdimiz,
Envâr-ı Muhammedî’yi idrâk,
Yanmak, Sırr-ı Muhammedî ile!
Arafat’ın doruğu;
Sidretü’l-Müntehâ’dan seyir âlemi.
Makam-ı Sıddîk’ta
Sıddîk-ı Ekber’in izi, sadâkatin şahidi.
Yer kabarmakta,
Hamza’nın isyanı değil, coşkusu!
Arşa ve yere sığmayan bir ruhun heyecanı...
Can vermeye değil,
Bin Can bulmaya doymayan bir aşk.
O Resul-i Ekrem, Kâinatın Sultanı,
Her ümmetine, her cana rahmet damlaları döker.
Bir yanda yankılanır İsm-i Zât ’ın sesleri,
Bir yanda tebessümle düşmüş aşk şehidinin başı.
Gök yarılmış, Tekbir nidaları, Vahdet’i fısıldar.
Melekler, o aşka imrenerek Uhud’u kaplamış,
Gülerek başlayan Sevda Cengi bu!
Duyar gibisin, Bilal’in
İç yakan Ezan-ı Muhammedî,
Kâfiri bile dize getirir.
İslam Sancağı ,
Eyüp Ensari’nin elinde,
Sağda İlmin Kapısı Hz. Ali hakikat kılıcı belinde,
Hasan ile Hüseyin elinde, Efendiye yürümekte.
Kâinatın Efendisi tebessümde; canım dediği Nur-u Aynları (Gülleri),
Dedesine koşmakta.
Uzaktan seyre dalmış Anamız Fatıma
Hz. Ömer ağlamakta,
Bilmekte Kerbela’nın yakınlığını.
Hz. Osman , boyun bükmüş,
Aşkla ve muhabbetle...
Sıra sıra olmuş Sahâbeler
Edebi ve saygıyı kuşanmış, suskun...
Gönülleri yanar, gözler değil,
Sırlar âlemi ağlar!
Ebediyete yolculukta boyun bükmüşler.
Zaman durmuş,
Mekânın Efendisi gidiyor.
Yürekler yanar, ağlar... Yanmakta, ağlamakta!
Ayaklar gitmek ister Makam-ı Mahmud’a,
Kollar açık sarılmak, dizler çökmek ister,
Sanki Efendim, Ruhumuzu okşayacakmış gibi.
Oysa yürek ağlar,
Gözlerde Aşk’ın Tükendiği Yaş...
"Ümmetim" diyen Resulüne ağlıyor.
Yürekler yanıyor,
Aşk-ı Muhammedî ile,
Sevda-yı Mustafâ ile!
Yan Yüreğim yan!
Ağla Gözlerim ağla!
Kesilse nefesim, kesilse her bağım,
Kırılsa kollarım, tutmasa, yürümese ayaklarım...
Ayrılmasa ruhum o randevu yerinden,
Arafat Sırrı’nda kalsa...
Gidişim olsa da, dönüşüm olmasa da,
Son Menzilim.
5.0
100% (1)