7
Yorum
48
Beğeni
0,0
Puan
541
Okunma
Sinesinde doğuyor demler
Sütunların altında ağır misk
Uykuda bir gölge gibi servi
Cevherinden sızıyor umudun ince telleri
Tarih,
Bir renk gibi eğiliyor içinden.
Yıpranmış avluların gün gülünde,
tül arkası bir gam
gül kurusu perdeler aralar.
Avuçlarında titrek bir kuş,
gümüş damlalar gibi parlar.
Rüzgarın ipek kurdelası savururken çayırları,
alevli özlemler kıyı çerçevelerde yanar.
Ezelî bir aynadan nazar eder gibisin,
ellerin yâkut sunaklara mihrap misali konar.
Kâlbîn gök renginde
lacivertin en derûnunda ,
parmak uçlarında zer tozu,
çevirdiğin her sahîfe bir sırr,
avuçlarına düşer mânâ kokusu.
Her nokta bir niyâz olur,
asma-i semâda cevâhir gibi şavkır.
Ey sen
billûr sadânla akseten,
bir sırma iplik gibi dökülür sesin soğuk seddlere.
Üstündeki hil’at, kıvrımlarıyla ketmeder her sözü;
susmakla konuşur ipekten dokusu.
Sanki
bir ulu kariyenin nakışlı avlusundayız,
çam reçinesiyle sırlanmış zeminlerin üstünde yalınayak,
gölgemiz sarkıyor esrar duvarından.
Öd ağacı tüter,
fanus ışığında titrek bir târîh döner
ve göğe yükselir her nefes
Seyr olur, bir nida,
bir hatırlayış
....