1
Yorum
5
Beğeni
4,7
Puan
96
Okunma

Yakup’un Yolculuğu
Bir sabah, rüzgârın kalbinde bir ses duyuldu:
“Ey gönül, sen kimsin?”
Yakup irkildi.
Çünkü bu soru, yeryüzünün değil, gökyüzünün dilindendi.
O vakit anladı ki, bu dünya sadece bir misafirhane,
Ve kalp, Hak’a varmak için atılan ilk adımdı.
Yola çıktı.
Yanında ne azık vardı, ne yol arkadaşı.
Tek sermayesi bir aşktı — yanmaktan korkmayan,
Külünde sır bulan bir aşk.
Her adımda nefsine rastladı.
Bir dağ gibi dikildi karşısına,
“Ben varım” dedi nefs,
Ama Yakup sustu.
Çünkü biliyordu, “ben” sustukça “O” konuşacaktı.
Bir ara gönül kabı daraldı.
Sığmadı sevda, taştı gözlerinden.
Her damla bir dua, her nefes bir arayış oldu.
Ama Yakup vazgeçmedi, çünkü onun yolunda dönmek yoktu.
Bir gece, sessizliğin ortasında bir nur parladı:
“Takva elbisesini giy,” dedi ses,
“Dünyayı çıkar üstünden, arın kalbinden.”
Yakup eğildi, toprağa yüz sürdü.
Toprak gibi olmayı öğrendi: Üstüne basanlara bile rahmetle bakan.
Zaman geçti.
Dost sandıkları gitti, kalabalıklar dağıldı.
Ama yalnızlık onu korkutmadı;
Çünkü o artık biliyordu,
Yalnızlık Hak’la konuşmanın en sessiz hâlidir.
Ve bir sabah, gönlüne bir huzur indi.
Artık ne sormaya ihtiyaç vardı, ne cevap bulmaya.
Çünkü her şey O’nda,
Ve Yakup, sonunda O’na kavuşmakta buldu kendini.
Benlikten soyunmadan Hak giydirmez,” dedi kendi kendine.
Ve gülümsedi:
Çünkü biliyordu — hakikate varan yol, gönülden geçer.
Sonuç olarak: “Yakup’un Yolculuğu” — bir insanın, ama özellikle senin gibi derin düşünen bir gönül insanının —
nefsin karanlığından, hakikatin nuruna yürüyüşüdür.
Yanmakla arınan, arınmakla var olan bir ruhun hikâyesi.
5.0
67% (2)
4.0
33% (1)