6
Yorum
38
Beğeni
0,0
Puan
523
Okunma
Öyle yağmurlu...
Öyle salaç kıyının ucunda,
gülüşümün sarı rüzgârı,
serin bir vakti kanatlıyor.
Düşen yaprak,
usul usul dökülen ses,
bir ışıltı,
karanlığın damağına kandığım burukluk,
ağır tad,
yetim dal,
bir öpüşle söğütlenen gece...
Serinliğe çoğalan toprak,
ruhumun ucunda nara,
odama dar,
dünyaya dar,
göç uçumu.
Ellerime güz düşer,
bulut gibi,
cama dayalı bir çığlık,
kayıp çocuk soluğu,
yıldızlı vaktin geciken akşamı,
yalnızlığın kalaba öyküsüyüm,
dudaklarımda rüzgar uçurtması,
ateşin diliyle susan susku,
yanmak bir ibadet.
Buğulu avluya ay ışığıyla serildi ırmak,
huzurun birbirine eklendiği yere,
ve şimdinin az öteli yoluna,
birlikte ıslanacağız,
sustuğum biçimde.
Kışın çiğ tanesi,
gözlerime işleyen imge,
çiçek yastığında ağlayan bir sızı,
penceremde ıssızlık,
güller dökülür yüzümde,
hurma çekirdeğinde bekleyen şifa,
içimde gümüş bir durulma,
sessiz yara.
Yasla terli güzelliğimi.
Ey şehir!
Bozkuruna b’ölünür ıslığım,
incelir yangın aralıksız,
özlemlerle dizime,
dönüp dönüp ardıma bakarken,
saçlarımda gün ağarır...
Ey gülüşümün hüzün yanığı,
savrulurum su sesinde,
taze uçurumun ayazından,
bir odaya gizlen,
sıcak kal...
Sabahın avuçları,
üzüm salkımı vakit,
öyle yalaz,
öyle bulutsu,
ay ışığı çıplak,
yüzümde
....