5
Yorum
41
Beğeni
0,0
Puan
503
Okunma
Hırçın resimlerin
kuşları vurduğu yerde,
bir bir savrulurken en uzağa,
sürgün bir ayazda,
dağ durağı, Irak’a vurulmuş ömrüm.
Yaralı dünya,
rengini demlerken güllerin,
esmer uykular soluk bıraktı göğe;
yokluğa avutulan uçurumlar
aldatıldı,
kesti buzullar yolları,
sağanağın, gün tenini lime lime ettiği.
Ezberimde kaç mavzerli masal,
kalabalık ve yüklü.
Kapımda süt dişiyle bekler ölüm,
henüz çocuk suretinde.
Yeniden doğur beni,
içimde kaybolan nida.
Haldaş gözlerimde,
azalan elma ağaçları,
çocuklar...
Yazdım bunları
sabahın kör hurufatında,
kanla yazılmış esrarlardı.
Bir düşün yanıklığında şarkılar,
yanıltırken her telaşta mutluluğu,
çıldırdı bulutlar
yüzümün intihar bahçelerine.
Ceylan uykusu gibi tedirgin geceye sığındım.
Görklü bir rüzgarın ardı sıra
çarmıha gerdi uğultuları.
Işıltılı bir alazanın asiliğinde
rüzgarı giydim o vakitte,
ki kimse değmesin
hüznün kırık kuşlarına.
Kimse görmesin
Sisle dans ettiğimi.
Gözyaşı sıcaklığında kaç bahar
İnce dalların ince ağrısı...
Yorgun tortuların gölgesinde
anlaşılır bir günah
ve kayıp bir dua.
Bu suskunluk beni.
Bu boşluk kimseyi.
Ezgisi zembil zembil dökülen
Kümbetin vakur gölgesinde
kaldım,
kendime mahcup,
bir mum tanesi kadar sönmüş
....