0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
30
Okunma

Yürüyorum. Ayaklarım, toprağın nemli ve yumuşak yüzeyine usulca dokunuyor. Burası aşk kokan orman. Gözlerim kapalı, ama her şeyi görüyorum; çünkü bu, gözle değil, ruhla hissedilen bir yer.
Derin bir nefes alıyorum. Kokusu... Tanıdık ve unutulmaz. Ne sadece çam, ne sadece ıslak toprak; bu koku, binlerce yıllık bir sır gibi, birlikteliğin dinginliğini taşıyor. Sanki yüzyıllardır birbirine sarılı duran ağaç gövdelerinin derininden sızan, neşeli ve köklü bir bağlılık.
Güneş, devasa yaprakların arasından süzülüyor, küçük altın tozları serpiyor yosunlu kayaların üzerine. Her bir ışık hüzmesi, havada asılı kalan sonsuz bir "evet" sözü gibi. Ne zaman bu ormanda yürüsem, yaprakların hışırtısı fısıltıya dönüşür; o, sevdiğinin adını ilk kez söylediği anın utangaç, titrek fısıltısı.
Burada, zamanın da aceleye ihtiyacı yok. Kırık bir dalın çürümesi, yeni bir filizin yeşermesi kadar doğal. Aşk da öyle değil mi? Bazen sert rüzgarlar eser, fırtınalar koparır; ama kökler, derinlere, daha da derinlere iner. Bu orman bana, gerçek bağlılığın dingin bir güç olduğunu hatırlatıyor. Ne bağıran bir tutku, ne de aceleci bir heves; sadece güvenli, her mevsimde dimdik ayakta duran, seninle nefes alan bir varoluş.
Bir an duruyorum. Gözlerimi açıyorum. İşte, karşımdaki yaşlı meşe. Yüzlerce yıldır orada, sessiz ve heybetli. Tıpkı omuzunda dinlendiğim anlardaki gibi.
Hüseyin TURHAL