6
Yorum
27
Beğeni
5,0
Puan
192
Okunma
bilsen kaç kez izledim
başrolü bize verilmiş o veda sahnesini
ve her izleyişimde
dudaklarıma
kaç kez batırdım dişlerimi
dün gibi hatırlıyorum
sondan bir önceydi
bıyıklarından buz sarkan bir Ankara akşamıydı
hüzün tenhasıydı şehir
en müdavim müşteriler bile erkenden evine gitmiş
her zaman cıvıl cıvıl olan o Kafe
terk edilmiş bir kasaba Bar’ına dönmüştü
kadrajda eskitme bir masa
masada içilmeyi bekleyen iki tavşan kanı çay
yarılanmış iki paket sigara ve
birbirine t’uzak iki el vardı
masada kırgınlık
masada kızgınlık
masada ayrılık vardı
kadrajın dışında kalsa da
kopacak fırtınanın farkındaydı garson kızlar
leş kokusu gibi ayrılık kokusu sinmişti her yana
hepsi bir köşeye çekilmiş
yapmayı-etmeyin der gibi
bize bakıyorlardı
bu fırtınayı yaz yağmuru sanmak
her saniyesi ayrılığa kurulu bu buluşmadan
bir kavuşma ummak
aptalca bir iyi niyetten başka bir şey değildi
iki sevgili değil
düelloda birbirinin açığını kollayan katiller gibiydik
ölüm kusmaya yeminli iki Smith & Wesson’du bakışlarımız.
küçücük bir gülücük yetecekti yeniden başlamaya
biz tebessüme bile kurşun atıyorduk
sen
kiraz çalığı dudaklarına müstehzi bir gülüş takınmış
bir çöl meleği gibi siyah sürme çekmiştin b’elâ gözlerine.
sırtıma kan vadileri açtığın tırnaklarına kırmızı bir oje sürmüş
okşamayayım diye
tel çit çekmiştin saçının her bir teline
birlikte aldığımız yüzüğü
bir çıkarıp bir takarken o zarif parmaklarına
nasıl mağrur
nasıl ölümcül
ve nasıl şıktın
bir katile göre
bense aptal âşık
kadrajdaki o kanlı veda sahnesine
kendimce hafifletici sebepler arıyor
bir şiir ya da küçük bir gülüşle
yeniden başlamayı umuyordum
ki ben…
içinde sen olan en kötü rüyayı bile
hayra yoruyordum.
müzik kutusunda
Ahmet Kaya “Cinayet Saati’ni” söylemeye başlamıştı ki
birden kül tablasında hırsla ezdin sigaranı
doğum gününde aldığım kül rengi fuları
zarif boynuna doladın
pür telaş kalkarken masadan
usta bir silahşor gibi
bir “hoşça kal” sapladın göğsüme
dudaklarının namlusundan
kırıldı zamanın gümüş kanatları
döküldü aynaların sırrı
çatırdamaya başladı şehir
konuşmak istedim
kelimeler boşa tetik düşürdü dudaklarımda
konuşamadım
kadavranın üstünde unutulmuş tabut gibi
kalakaldım.
sanki birileri odun attı cehenneme
ya da sen cehennemi bıraktın içime
gittin işte…
işini bitirmiş Azrail gibi sessizce
ah benim huysuz leydim
ah benim çingene klarnetim
bir şarjörü boşaltır gibi
boşaltırken ömrüme hasreti
öyle ayrılık bürümüştü ki gözlerini
görmedin avuçlarımda tuttuğum
mermileri
hiçbir zaman bilmeyeceksin
o düelloya
benim boş bir silahla gittiğimi.
5.0
100% (12)