10
Yorum
41
Beğeni
0,0
Puan
554
Okunma
Sırtımda yosun kokulu şiirin Asude bakırı,
Vaktin kıvrımına sinmiş bir soluk.
Kalbim kristal çanın ince kırığı ki
Bir inci düşer sessizliğin derin kuyusuna.
Göğün ateşiyle mühürlenmiş uykunun sırça perdesi.
Gittiğim kelimeler,
odama hep aynı gölgeli rüyayı üfledi.
Türlü renkte çiçek açarken su besteleri;
Nil akarken damarlarımdan,
Üşüyen aklım, ayazda kalmış gül yapraklarında
İlahi bir sevda kokladı, Sîra...
Yalnızlığı kabuğuna çeken
Ruhumun sarnıcında kaç mevsim geçti?
Tenimden damıtılmış bir iklimin dalgası
Parmak uçlarımızda insek ya aralık pencerelerden
Araf’ın sükûtu ağaçlara fısıldadığı o hazin bahçeye.
Kent, zift karası bir ağıtın titreyen teli.
Ay, terli camları eski bir hatıranın dudak buzuyla silerken,
Ellerim orada unutulmuştu,
tam orada...
Sıyrılırken etekler sesimin ipek ilmiğinden,
Parmakları bir kum saatini yavaşlatan çocuklar saç tellerimde.
Ayaklarım bakışın kıyısında silinir,
Göğün ateşi kirpiklerimden sızar bir rahmet gibi.
Sokaklara düşerken kilitli taşlar,
Alnımıza yazılmış saatli kurallar...
Hani herkes sırra karşı kaskını taktığında,
Bir anahtar deliğinden yitik adasına dönenler vardı.
Onca sisli duvara rağmen,
O kadar berraktı bahar...
Dilimden sonsuzluğa düş damlayan merdivenler...
Hangi yalnızlık aynaya tutsa beni,
Şiirlerimin yüzü ve sesi, Sîra...
İnsek ya aralık pencerelerin sırça derinliğiyle
Göğün maviliğini yudumlayan mutluluk yağan deniz kuşlarına...
Durdurun!
Zamanın kırılgan nabzında
Göktaşı ağırlığında karanlıklar.
Sus kıyılar ve ırmaklar.
Bırak mavi yutmasın tüm telaşımızı...
Var...
Sonsuzluğun teninde gizlenen bir alfabe
....