1
Yorum
14
Beğeni
5,0
Puan
246
Okunma

Gecenin en koyu vaktinde sustu heceler.
Rüzgâr, eski bir zamandan fısıldadı bir ezgiyi;
Bir ses, bir nefes, içimde yankılandı aniden.
Ve o an bildim; bu, Dilnevâ’nın sesi.
Kalbimle çalan, ruhumla konuşan bir melodi.
Bir akşam vaktiydi, ay düşmüştü semaya.
Işık, ince bir tül gibi örttü şehri.
Sözlerin dokunmuştu içime;
Sanki dua eder gibi, sanki bir sır taşır gibi.
Tam orada, kalbimin en karanlık yerinde
Bir nokta parladı… adı Süveyda idi.
Bir bakış kadar sessiz, bir tebessüm kadar narin.
Sonra Dilnevâ yelken açtı gönül denizinde.
Rüzgâr vurdu, anılarla doldu her kıyı.
Her notası bir hatıraydı,
Her melodisi seninle örülmüş bir yolculuk.
Bir ömür taşıdım o sesi içimde;
Hiçbir unutuş silemedi izi,
Hiçbir zaman söndüremedi alevini.
Kader çizdi yolları, ben izledim uzaktan.
Bazıları gözyaşına vardı, bazıları suskunluğa.
Vuslat olmadı, olmadı bir tamamlanış.
Ama Dilnevâ dinmedi, her gece aynı hikâye.
Ben yazdım seni, yeniden,
Bitmeyen bir masalın unutulmuş kahramanı gibi.
Şimdi zaman eridi, izlerin soldu aynalarda.
Parmak uçlarımda dağıldı bütün saatler.
Süveyda kaldı ama…
Kök saldı karanlığın en derin yerine,
Dilnevâ hâlâ söylüyor içimde;
Bir yâd, bir nişane, bir ses, bir hatıra.
Geceler soruyor:
Anlatmalı mıyım vuslatsız hikâyeleri?
Sessizlikten doğan hayalleri?
Dilnevâ söylüyor yine, rüzgârın ince yerinde,
Ben dinliyorum seni, kalbimin en kuytu yerinde.
Bir gün gelir mi bilmem…
O melodi döner mi geri?
Gözlerin çizer mi yeniden gecemin çizgilerini?
Dilnevâ susarsa, aşk da biter mi?
Yoksa kalır mı hep bir masalın en derin yeri?..
5.0
100% (7)