0
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
111
Okunma

Zamanın döngüsünde, dağılan kalbiyle sabrını gökyüzüne serperken, küllerden doğuşu ve nefesindeki eceli sorgulayanlara..
Göğe asılmış bir lambaya çarpıyor,
Işığın kanatları.
Umuduna aldanmış bir yolcu,
Rastlıyor çölde yürüyen bir peygambere.
Kalbinin attığı son nabız,
Geçmişin gölgesiyle pazarlık yapıyor.
Her gün yeniden başa sarıyor,
Bu acımasız seremoni.
Her gün yeniden mabediyle yüzleşiyor,
Bir sonsuzluğa çarpar gibi,
Zamana karışırcasına.
Sabrın rengini serpiyor gökyüzüne.
Böyle mi olmalı kaderimin çilesi?
Böyle mi olmalı geçmişimin hevesi?
Ellerinde yoğrulmuş bir çamur,
Sanki yıkıyor içindeki tapınağı.
Tozlu kirişler arasına gizlenmiş ruhum,
Yönünü kaybetmiş bir kitap gibi,
Açıkça duruyor önümde.
Kirlenmiş hafızamın celladı,
Kendimle hesaplaşıyorum.
Ne yapabilirim?
Nelerle savaşabilirim?
Hangi avuç tutabilir ki akıp giden zamanımı?
Kendi gövdesine tutunuyor,
Her çarpışında biraz daha dağılan kalbim.
Küller içinde parlayan bir kıvılcım,
Belki de yeniden doğmayı fısıldıyor bana.
Bir derviş midir nefes içinde can bulan?
Yahut topraktan yapılmış bir heykel,
Kendi içindeki bilinmezliğe dokunan,
Hayatı aceleye getirmiş bir insan.
Her nefeste taşlara kazınmış bir vahiy,
Her nefeste göğsüne çarpan bir ilahi.
Ellerinde taşıdığı çöl, aslında kendi kalbi.
Geriye kalan tek hakikat, nefesimdeki eceli.
5.0
100% (3)