2
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
95
Okunma

Yitirilmiş bir varlığın gölgesinde, yalnızlık ve bekleyişin ağırlığını taşıyoruz; zamanın sessiz nefesi ve ölümün soğuk gerçekliği arasında ruhun derin kederini ve sabrın ince sancısını yaşıyoruz.
Sen, hem evladım, hem de felaketim,
içimde taşıdığım en derin yara.
En derin kargaşa,
insanla hayvan arasındaki bir sınırdın.
Her gün kapında çağırırdım seni,
celladının ayaklarına kapanan çaresizliğimle.
İnfazımı beklerdim
takvimin kararmış yapraklarında.
Bir gün anlardın
zamanın ağır nefesi niye omuzumda.
Bir gün anlarsın
kalbindeki kıvılcımın ellerindeki hikayesini.
Ayak izleri hiçbir yere varmıyor artık;
ne yolun sonu var, ne yolun yolcusu.
Gökyüzündeki ışık kandili
gözlerimin içine saplanmış,
yakın bir ölümü fısıldıyordu sessizce gece.
Bir gölge gibi inerdin böyle bir gecenin içinden;
seni beklerdim, yıldızların sayısında.
Bir ışık, bir nefes, sessiz bir çağrı gibi,
orman sabahlarının gür nefesiyle
dolanırdı içime sabırsızlık.
Ağırkanlı bir güneş taşırdı zamanın kambur yükünü;
saklardı toprağın kaburgasında kıpırdayan karanlık sözünü,
çırılçıplak bir sır gibi
bana dönüp bakardı.
Beklemek, işte o sırada,
hem anahtar hem kilit,
hem ekmek hem bulut olmaktı.
Sen diriyken,
gövdene imrenirdi eller;
sen yürürken, ardından kavga doğardı.
Ben yalnızca beklerdim,
bütün savaşların ortasında
gözümü senden ayırmadan.
Sonra ben sabrıma sarılırdım,
sepetlerine çiçek dolduran kalabalığın
gerisinde bir taş gibi dururdum.
Beklemek, orada
tütsü dumanına karışan
bir Yasin’in uzayıp gitmesiydi.
Sonra öldün.
Gösterişsiz tabutunun ardından
daha ağır bastı beklemek.
Papatya yapraklarının hoyrat serinliğinde
düştü omuzlarıma yalnızlığın.
Şimdi bu soğuk kentten anılıyorsun;
adın, kuru bir mezarın tıkırtısı gibi
gündelik sözlerin arasına sızıyor.
Ne başlangıcı oluyor bu kentin, ne de bir bitişi.
Ben ise hâlâ bekliyorum,
beni öldürmeyen sabrın genişliğinde.
5.0
100% (2)