2
Yorum
16
Beğeni
5,0
Puan
449
Okunma

Göçtü beden,
Rûh, emanetini semâya sundu.
Lâhzalar sustu,
Nefes, Sûr’a çekildi.
Ten toprağa seccade kıldı kendini,
Ve dünya, perdeyi indirdi kâlbin gözünden...
Münâdî sustu,
Yalnız ilim, amel ve niyet konuşur bu âlemde.
Şimdi, zaman değil,
Zamanın içindeki hikmetler konuşacak.
Ve bir nidâ yankılandı:
İkâme olun! Kalk, söyle: Men Rabbüke?
Titredi arz,
Lâkin kâlp daha çok titredi.
Çünkü burada dilin cevabı değil,
Kâlbin yakin-î şahâdeti makbuldür.
Rabbim…
Sen misin ki sabahıma seher yüklersin?
Sen misin ki gözyaşımı tevbe eylersin?
Lâkin söylemekle olmuyordu artık...
Zikrullâh dudaktan dökülmemişse,
Kâlb Allâh demezdi bu ebedî imtihanda…
Bir ikinci nida:
Mâ Dinüke?
Dinim...
Kıblem nereye yönelmişti sahiden?
Rükûum secdeye varmış mıydı?
Nefsimin kıblesi neydi,
Gönlüm hangi mâbede secde etmişti?
İslâm...dedim,
Fakat İslâm’ı ne kadar yaşamıştım?
Tâat neredeydi, huşû nerede,
Hikmetle yıkanmış bir ömür müydü geride kalan?
Üçüncü sual:
Men Nebiyyüke?
Gözyaşım yanaklarımı değil,
Kalbimin perdesini ıslattı bu defa.
[Muhammed] dedim,
[Sallallâhu Aleyhi ve Sellem]
Ama ne kadar ümmettim ona?
Sünnet neydi gözümde,
Salât neydi dilimde,
Ahlâk neydi kalbimde?
Hicret etmemiş,
Medîne kurmamış,
Safâ’da bir sâbrım, Arafât’ta bir niyâzım olmamıştı.
Sükût..
Münker ve Nekîr,
Cevabımı değil,
Kâlbimin hâlini ölçtüler.
Kâbir, karanlık değildi aslında,
Karanlık olan kâlbin hicrânıydı.
Zîrâ Mevlâ soruyu sorar,
Ama cevabı kâlbinde yazılı bulur kulun.
Bu hâl bir kıyâmet değil,
Kıyâmet-i Suğrâdır.
Ve kâbir,
Ya cennet bahçesi,
Ya cehennem çukuru olur ...
Liyakat -
5.0
100% (6)