1
Yorum
31
Beğeni
5,0
Puan
398
Okunma
Gözümdeki ateşte,
Çılgın sessizliğin dudakları,
Anıların gürültüsüne uyanır.
Üzerimde günün nar sabahlığı
....
Ayrılıkların keskin uçurumunda cam kırıkları,
İçimin buzdan dağı uzun bir sessizliğe gömülür.
Uzun yalnızlıklara derinleşen kısalmaların boşluk tekrarında
kül kokusu.
Bir çiğ vakti serinliği ki,
Ne zaman anlamını yitirse inci işaretli yollar,
Durmadan kayıp bir çocuk gibi susar
Issız sokakların ışığı ve
gölgedeki çiçekleri.
Ne zaman göğsünden vurulsa siyah lale,
O zaman konuşur karanlığım
aydınlığın aynasına...
Kırmızının en koyu tonunda,
Düş ateşiyle kendimi yorduğum günler,
Suyun yüzüne verdim
tahta kanatlı pervazları.
Tenimin kadim haritalarında,
ruhumun tırnakları kanatır anıları.
Gelir usulca telaşlı kucaklaşmalar,
sinsi topuklu korkularla
gecemin kentine.
Ki, içimin grisine düşmüş sahaflar,
kaç ana renkte açar perdesini?
-zamanın zehrinde yıkanmış bir yalnızlık, susturur tüm şarkıları-
Gizemli avuçlarımda yanan bir sır,
ayazda büyüyen gözlerimin azadesi.
Ah, arınsam bu diyarın amansız sızılarından.
Uyansa yeleli türküler
omuzlarıma bir sabah bahçesiyle.
Şimdi,
kıyıların sancısı akşam mıdır ki,
tarihten imgeli parçalar düşüyor...
Ah, açık kalan pencerelerden siniyor üzerime
iklim tozu yutmuş masallar.
Sonra yırtık bir nehir
sayfamın ortasına.
Yazmasam hiç olmaz,
ay ışığı fenerlerle
yağmurun ağıdını.
karanlık, aynadaki sureti yutar.
5.0
100% (8)