0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
196
Okunma
Tufandan kalmış bir rüzgâr
Yürüyor
Tarihin boğulan vaktine
Acılar, ihanetler idam sehpalarında.
Zaman denilen bir girdapta boy verdi
Umuda döllenen tohum
Ölümsüzlük toprağın rahminde
Bir cenin,
Bir çocuk, bir ergen ve bir savaşçı
Vurdular
ince uzun bir çizgide
Neslimin yazgısına bir bir.
Bıçağın sırtında dağların koynunda
Bir şafak vakti ay ışığı damlarken
Kimseler yoktu, sen yoktun biz yoktuk
Üç damla kan
Üç damla ölüm
Korkunun rengi yüzlerde mor.
Kanatlandı
Dört kollu bir ahtapot
Kürdistan dağlarında
Tanrı’nın kırbacı gölgesinde
Başsız bedenler sur diplerinde.
Bir şal
Boğuyor ağır ağır elleriyle
Çığlığı kesilmiş bir oğlu
Boğuyor ağır ağır
Darağaçlarında…
Unuttuk o türküyü
Unuttuk, cellatların keskin kılıçlarını
Şah Abbas’ı, Saddam’ı ve Osman’ı
Acem şalı yağlı bir urgan.
Bir evren; dört parça
Her parça bin zerre
Dört dünya
Lehimi sökülmüş dört ocak dört ana ve dört evlat
Unuttuk
Unuttuk o türküyü
Unuttun o türküyü sen Pehlivan
Çağırmıyor mu, seni doğuran o toprak.
Şeyh Mehemet ve Pehlivan
Esrarlı gücün dilsiz neferleri
Geçmişin vurgunu bir çağdan
Uzandılar
Dımdım Kalesi’nden
Devraldı nöbeti Pehlivan
Emirxan’ın yolunda
Bu minval üzere
Yeniden yazılacak bir destan
Çift başlı kartalın kanatlarında
Bir dengbêjin dilinde
Yeniden yükselecek
Dımdım’ın sırrı
Kürdistan dağlarında...
5.0
100% (1)