İçdenizsen donuk ifaden burada yokmuş tavrın bir bahçeden geçiyoruz uzun boylu birçok ağacın gölgesi vuruyor bize uzanıp üzülüyorum meyvesiz ağaçlara Islak çimlerin umursamaz tavrı da cabası ev göründü seviniyorum sen betonarme serinliğinde sakin elini öne uzatıp geç diyorsun ben her şeyden geçip doğmayan çocuklar görüyorum avluda toz toprak ve ellerinde emzik uzun kirpikli iri gözlü karanlık renginde bölündükçe bölünüyor sayılar geçilmesi gereken bütün koridorlar çıkılması gereken bütün merdivenler geçerken tökezliyorum eskimiş ayak izleri yapışıyor gözlerime rengi değişiyor yüzümün penceresinde satılıktır yazan bu ev hafif bir rutubet kokusu bütün alameti farikası denizden gelen esinti ile birlikte orada odanın orta yerinde geçmişe yolculuk geçmiş gerçekten geçmiş miydi insan umuyor, güzel şeyler olacak geçmeyen yaralarımızı geçmeyen ümitlerimizi geçmeyen sevgimizi geçmeyen kusurlarımızı sonra satıp ikinci elciye burada bu odanın ortasında evin hüzün kokan havasına biraz elem katıvermek duvarlara ve tavana yapışan insan sesleri teker teker susuyor uzunca bir bir nefes çekip tütün kokusu biz... bir duraksama biz hiç kötü alışkanlık edinmedik birbirimizi öldürmekten başka dedim duyulmadı sonra bu dar sokağı sağa dönüp gene caddeye koşuyoruz karşıda deniz alabildiğini ince bir sızı bende görünenin aksine her şey yerli yerine dönmüş dingin sade yorgun akşamlar metronun köprüden geçişi tiz vapur sesleri martı çığlığı üstünü örtüyor öfkenin kırılmışlığın şimdi kim duyar sesimi söylesene İstanbul |
Otuz beş yıl önce sokaklara, kaldırımlara düşen çocuksu bakışlarımı aradım durdum.
Herkes tanıdık geliyordu bana, kimse hatırlamadı beni. Ne iyi…
Birkaç metruk bina hariç.
İki şiirinizi okudum. Çok sevdim…