1
Yorum
17
Beğeni
0,0
Puan
784
Okunma

oysa ki ben seni
ağzından kırmızı lav fışkıran penguenlerin
yarı ürkek halleriyle çok sevmiştim
kuzey kutbunun en soğuk gününde
sımsıcak bir şiir yazdırdı bana paytak gülüşlü siyah beyaz kuşlar
bize dair bembeyaz sayfaya and içmiştik göğün kızıla çalan yüzünde
mutluluk türküleri söylerken gurbet rüzgârı
ellerimiz tren garında kenetlenmişti ilk kez birbirine
hatırla kuğular bile bize hoş geldin demişti o yol üzerindeki minnacık nehirde
...
sonrasını sorarsan sevgilim
senin özleminle dolu ellerimle
yarı uykulu bir arının yaşam savaşına da tanıklık ettim bugün
yaşamalısın sen dedim anaç arıya
ayaza tutulmuş boynu bükük kırmızı güller
Allahın doksan dokuz ismini hatim ettiler
ağzlarında su taşıdı karıncalar yanan ormanları hayata döndürmek için
şiirimin gölgesinde insanlık adına yavru kedileri besledim kristal tabaklarla
sokak köpeklerine su içirdim avuçiçlerimle
dert oldu taaa içerlerime oyun çağındaki çocuklara şirret insanların biçtiği kan davası
heyhat
sonrası daha vahim
ayaklarının altındaki cenneti bağışlayanım
altmışyedi çarpı üçyüzaltmışbeşgün altıyüzyirmidört saat sonra
hoşçakal bile diyemeden göçüp gitti bu diyarlardan
ve ben hakkını helâl et annem diyemedim
aslında her konuşmamızda helalleşmiştim
gurbette olmasaydım defalarca ayaklarına tekrar kapanır
cenneti dilenirdim nur yüzlüm canım anamdan
şunun şurasında ne kaldı sekiz kasıma
illâ ki takvim yaprakları yine soluksuz ve annesiz bırakacak beni
âhhh keşke dejavu olsa
annemin dizinin dibinden ayrılmayan küçük kız olsam
annem sabunla yıkadığında yansa gözlerim
düştüğümde sadece dizlerim kanasa
nagihan