1
Yorum
16
Beğeni
0,0
Puan
755
Okunma

dokuz canlı hüzün dört nala koştururken
başımın altına kuş tüyu yastık koyuyor melekler
çiçekli pazen elbisemde sonbahar yapraklarının muhteşemliği
mor gülüşlü patika sokaklardan geçiyorum
dudak uçlarımda elma şekeri tadı
elimde tuttuğum kağıt helva
babam, annem ve çocuklarım
esmer bir hüznü kovuyorum çırılçıplak ellerimle
anıların en güpgüzel bestesini söylüyor mevsimsiz kuşlar
papatya fallarına da inanmıyorum
zaten aşk beni kesin seviyordur hâlâ
yılbaşı çaylarını birlikte seçip
kestane hışırtıları eşliğinde içeriz
mumları üflerken sevdiğim adam
musmutlu senelere
...
boğazın sularına bırakmışım sekiz oktavlık çığırtkan kederleri
saçlarımın ayazını kız kulesinin en tenha köşesinde yıkıyorum
yıkılan, yakılan şehirler geçiyor gözümün önünden
feryadı figân masum insan çığlıkları
tekrar boğazın sularına bırakıyorum kendimi
Sulltan Ahmet , Ayasofya Eminönü ekmek arası balık
soluklanıyoruz bi güzel
dört bir yanımda
annem , babam , çocuklarım
ve İstanbul
keyfime diyecek yok bugün
annem nefes nefese Süleymaniye yokuşunda beni bekliyor
akşam namazını eda etmek için
babam kır gözlerinden şefkât dağıtıyor kalbimin en ağrılı yerlerine
evlatlarım
ahhh onlar
canıma can katıyorlar
istanbuldayız
mısır karşısında
hepimiz sevgi çemberinde elele
mis gibi baharat ve kahve kokusu
kuyumcuların vitrini gözümü kamaştırıyor
derken başımın altındaki yastığın hafifçe çekildiğini hissediyorum
gözlerimi açmamak için direniyorum
ama nafile
hayır hayır rüya olamaz diye avaz avaz bağırıyorum
gözlerimde level atlamış kocaman yaş
öksüzlüğün ve yetimliğin yediveren yağmurunu
dindiremiyorum
nagihan