Sınır Dışı Edilmiş Düşlerin GülüyümŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Kalemin boynu bükük şiire
Kanayan yürekle yazılmış bu satırlar.. Ürperişler teğet geçer içimden Gözümden düşen yıllanmış aşkın yaşları B/ağır, ç/ağır sövüyorum kalbime! Şakaklarımda zonklayan kokusuyla. Gözlerimi kapadım, rüzgârın sesi geliyordu Ağlıyordu kaybına. "Rüzgâr ağlar mı?" Dedim "Sanma rüzgârlarda hisli bir rûh var İnleyen küçük yüreğin Senden büyük ağır yükün var" "ah dilbirîn" Zaman çemberinde karanlıkların uğultusu Babam bilirdi, ürkerdim gök gürültüsünden. Öznesini yitirmiş sır cümleler arasında boğuluyorum. Titriyor boğazımda alin cümleler kurudu yürek kelâmlarım. Ah zâlım Ez kevokâ dilbirîn Ne de çabuk geçiyor ömür takvimi Hiç geçmiyormuş gibi türkü ç’alıyor hayat İhmal’kârına gözle okunmuş hayat sicilim Ki içeri okunmaz yazılıydı kalem.. Ey acı, ey acım zaman kanadımda cennet rüzgârları.. Mor dumanlar sardı her bir yanımı Ağustos güneşinde titredim, uzakların iniltileri geldikçe.. Kırmızı dalgalar çıkar denizin gözlerine Ah zâlım Ez kevokâ dilbirîn Başımda çömelmiş mahzun bir çocuk Güneşi gördüm, insana sır olanı kanlı bir âyinde Yüreğini yitirmiş zamandan, yaşamaya direnmek! Acıları yanıyordu "şiir’in" sırtında bıçak yarası "Kulak verin, yaprak dökmüş bir ömrün hikâyesine" Papatyalar d’üşüyor zeri saçlarımdan Asılı kaldı ceketim kimsesizliğin duvarında Ben yük gemisi değilim okyanusların Yerle gök arasında kalan canhıraşlarım Yağmurun yoldaşıyım garipliğinin Ah zâlım Êz kevokâ dilbirîn Ben, ben mavi dünyaların serserisi Ne zaman pir oldum kaldıramıyorum düşlerimi topraktan! Sabır çiçekleri ölüyor dünden, bugüne hengâmeli hayat elinden. Gözlerimin kan hurçları dolmuş ağrılı Ağlaya mecâilim yok yarının gözbebeklerine Babam gelsin öpsün yüreğimden Ah zâlım Êz kevokâ dilbirîn Asil yalnızlığım döş önüme Feleğin çark çemberinden geçiyorum. Güneş doğuyor, ay tutuluyor sabahlara Yanık, yanık ötüyor bülbüller dağlarıma Nefrin bulutlar dolaşıyor gökyüzüme Gelsin sevdiğim şifa üflesin derdime. Aşk ki titreten, üşüten bir hastalıktır Kırık bir kalbin kıyısında. Ah zâlım Êz kevokâ dilbirîn Umut çiçekleri yeşerir Midyat bağrında Su testisi kırılmış çay ocağında Acı kaçak çayım tadı kaldı toprağımda Üstüm başım taş duvarların tozuyla Mizginli güvecinler uçar yazgılı duvağımda Ah zâlım Êz kevokâ dilbirîn Yürüyorum ıslık çala, çala Kahkaha attım hayâta Tesebbüsüm ettim çocuklara, kuşlara.. Sınır dışı edilmiş düşlerin gülüyüm Zehir yudum, kaçak ağladım Bir sigara dumanı gibi tutuştum, söndüm. Ah zâlım Êz kevokâ lâl-û dilbirîn |
ipotek gülüşleriyle bir çocuk geçecek gözlerinden
kirpiklerinden süzüp ziyan etme
/
hüzzam notalarında sendeleyen
bikrini kayıp kadınlar gibi bakıyor gökyüzü
sararmış takvim yapraklarında
hayattan koparılmış eylül çocukları
ve son model otomobillerle geçip giden veletler
sorguluyor ölümün paslı yüzünü
//.
ah bu oniki yerinden vurulmuş eylül
nihavent makamındaki gri masalların
ahını savuruyor kıyıya köpük köpük
teğet geçiyor yaşamayı onurlu duruş
tahta bacaklı generallerin yurdunda
her çocuk biraz eksik doğuyor yarına
her anne biraz yarım kalıyor oğluna
///.
dikiş tutmaz yaradır boynumdaki gül kokun
saklı cennetinin kevser bahçelerinde
s/akla elma kokulu avuçlarında kalbimi
ruhta birikmiş aşk tortularınla
sahiplen karanlığımı
ve dahi
karanlığımızı
yeşim taşına
çınar ağacına
ve özgür yarınlara and olsun
gizemli bahçelerinde barış türküleri söyleyeceğiz
eyvallah