7
Yorum
19
Beğeni
0,0
Puan
1336
Okunma

Rabbimin inayetiyle eserimizin 1.cildi tamamlandı
II.cilde başlıyoruz .Bu mealde alfabetik sıralamayla konular ele alınacak
(A-B-C cildi)
Hamt alemlerin Rabbi,din gününün sahibi Rahman ve rahim olan Allah’a mahsustur.
Salat-u selam iki cihan güneşi son resul ,son nebi Hz.Muhammed Mustafa’ya olsun.
Üzerimizde hakkı hukuku bulunan tüm geçmişimize,
okuyup değerlendirmede bulunan tüm dostlara selam olsun.
KALEME ALINAN ESER ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Kur’an âyetleri şiir değildir.
Ancak düz bir anlatım da değildir. Onu okuyan herkes ondaki akıcılığı kolaylıkla fark eder.
Evet, o bir şiir değildir,
Fakat şiir gibi akıcıdır. Mânâ yönüyle ise şiirden çok çok farklıdır. Şiirde ekseriyetle hayal hükmeder, ifadeler mübalağalı olur. Kur’an’da ise, hayal değil, hakikat esastır, mübalağa değil, belâğat hâkimdir...
Bu eserde Kur’an’ı Kerim meali konularına göre ela alınacak.
İnsani sözlerden uzak bir şekilde mealin dışına çıkılmadan , yeni bir terkiple Kur’an’ı Azimüşşan’ın türkçe tercümesi okuyucuya sunulacaktır
Kur’an ayetleri fesahat içerir:
Fesahat; sözün lâfız, mâna ve âhenk itibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer tâbirle, lâfızların söylenişinin tatlı, mânasının da söylenirken hemen zihne girmesidir.
Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazinesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır.
Kur’an selaset/akıcılık ve fesahat/açıklık açısından mu’cizedir. Yani selaset ve fesahatin zirvesinde bir üslub ve beyan kullanmıştır.
Belağat;hitâp ettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı, güzel söz söyleme san’atıdır.
Yani muhatabın haline uygun söz söylemektir. Kur’an bu noktadan eşsizdir ve mu’cizedir insanları bu noktada âciz bırakır.
Beyan ve ifadenin en tatlısı ve güzeli, îcazdır/özlü anlatımıdır, yani az sözle çok şey anlatmaktır. Kur’an, çok büyük safhaları ve merhaleleri bir iki ayet ve cümle ile îcaz edip yani özetleyip diğer merhalelere/aşamalara intikal eder.
Bu intikal aralarında bir boşluk bir ahenksizlik değil bir tefekkür, bir te’vil sahası teşkil ediyor. Bu yüzdendir ki üzerine binlerce tefsir kitapları yazılmıştır.
Kur’ân’ın kelime ve cümlelerindeki nizam ve birbiriyle münasebetleri cihetinden de mu’cizedir.
"Ve denildi ki: ’Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut.’ Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ’Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun.’ denildi." (Hûd, 11/44.)
Çok büyük bir hâdise ancak bu kadar veciz ve öz bir ifade ile icmal edilebilir.
Kur’ân’da, varlık âleminin hakikatlerine ve İlâhî fiil, isim ve sıfatlara dair ifadelerinde nizam, âhenk ve fevkaladelik vardır.
Hikmet-i Kur’aniyenin karşısında beşerin hikmetli sözleri hikmet-i Kur’an’a karşı sukut eder.
Kur’anla meşgül olan asfiya ve evliya ve hükemânın hikmetli sözleri ,ancak Kur’anın hikmetini izah edicidir. Mukayese edilemez.
Kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin bitişinde gösterdiği fezlekeler/neticiler ve Esma-i Hüsnâ cihetindeki üslub-u bedîîsi/ gözü gönlü okşayan uslubu eşsizdir.
Kur’ân’nın ayetleri dünya üzerindeki eser ve fiillerde İlâhî hakikatleri anlatır.
Kur’an, beşerin nazarına san’at-ı ilahiyenin dokusunu açar,gösterir. Sonra o Esmâ’nın örgüsünü akla havale eder.
Kur’ân’ın Cenab-ı Hakk’ın fiilerini açıklar ,bir özet halinde sunar
Kur’ân’ın, bazen mahlukat- ilahiyeyi bir tertiple zikreder. Sonra o mahlukat içinde bir nizam, bir mizanın olduğunu ve onun arkasında ki esma-i ilahiyeyi gösterir.
Kur’ân, bazen değişime maruz ve muhtelif keyfiyata sebep maddî cüz’iyatı zikreder. Onları hakikatin suretine çevirmek için nuranî, küllî esma ile birleştirir ona bağlar.
Kur’an ,kâh olur ki; ayetlerle geniş bir kesrete/çokluğa ahkâm-ı Rububiyet’i serer.
Sonra birlik ciheti hükmünde bir rabıta-i vahdet ile birleştirir. Veyahut bir kaide-i külliye içinde yerleştirir.
Kur’an, Kâh oluyor ki; ayetin zâhirî sebebini, icadın/yoktan var etmenin kabiliyetinden azletmek ve uzak göstermek için müsebbebin gayelerini, semerelerini gösterir.
Tâ anlaşılsın ki, sebep yalnız zâhirî bir perdedir.
Kur’an, âhirete ait İlâhî fiilleri anlatırken, dünyada müşahede edilen fiillerle kalb ve zihinleri ikna eder.
Kur’ân,cüz’î hâdiselerde,İlâhî isimler vasıtasıyla, muhitin/etrafın,çevrenin hakikatlerini gösterir
Kur’ân, bazen insanın isyankârâne amellerini zikredip şiddetli bir tehditle zecretmesi/zorlaması, sonra şiddet-i tehdit, ye’se ve ümitsizliğe atmaması için rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime/nihayet verip teselli eder.
Kur’an-ı Kerim Allah’ın ezeli ilminden süzülüp geldiği için beşerin yazdığı kitaplar gibi sınırlı ve kayıtlı değildir. Bir kelime ya da cümlesine sayısız manalar yüklenip anlam çıkarılabilir.
Zaten kelime ve cümlenin genişliği müellifin kast ve iradesine bakar. Yani her mana arkasında o kast ve iradenin bulunması lazımdır ki, müellife mal edilebilsin.
Allah’ın ilmi ezeli ve ebedi olduğu için, kelime ve cümle kurgusunun muhtemel bütün manalarına refakat edip onları sahiplenir. Bu husus insanların eserlerinde çok mahdut ve kısır kalır.
Zira insan iradesi ve ilmi cüzidir. Cüzi külliye kapak olamaz. Öyle ise Kur’an’ın kelime ve cümlelerinde sonsuz manaların bulunması tabi ve olağan bir şeydir.
Bütün bu mana ve incelikleri muhatap kitlesinden sadece bir cüzünü teşkil eden insana hasretmek yanlış olur. Kur’an’ın muhatapları sadece insanların avam kısmı değildir.
Kur’an şakirtleri/öğrencileri içinde Hazreti Peygamber (asv)’den tut ta basit fikirli avam bir insana kadar muhtelif tabakalar vardır.
Kur’an muhtelif tabakalara hitap ettiği için elbette mana yönünden çok zengin ve sınırsız olması gerekir. Her insan kendi kameti kıymetince ondan istifade eder.
Ben kendi cüzi istifademi esas alıp "şuna ne gerek vardı" dersem benden üstteki müşterilere haksızlık etmiş olurum.
Allah Resulü (asv)’ın bir ayetten aldığı feyiz, bazen bir peygamberin ömrü boyunca aldığı feyze mukabil geldiğini düşünecek olursak, Kur’an’ın ne denli eşsiz muhataplarının ve istifade edenlerinin olduğunu görürüz.
Sahabelerin Kur’an’ı bütün hasse ve duyguları ile emdiğini ve muhteşem bir mana erleri olduğunu bütün İslam alimleri itiraf etmişlerdir.
Bir Hazreti Ebu Bekir ve Ali (ra)’in Kur’an’dan aldığı feyze bütün ümmet birleşse yetişemez.
Kur’an’nın ibareleri bir levha gibidir, sadece kainat sahnesine işaret ediyor. Kainat sahnesinde ise tefekkür edilecek sayısız mana ve incelikler mevcuttur.
"Okyanustan bir damla" ibaresi bu kainat sahnesinin genişliğine işaret etmek içindir.
Mesela, Allah’ın tevhidine delil nedir, denildiği zaman bir elma gösterilir ve onun üstünde ispat edilir. Elma bir damla, elmalar bir göl, sair meyveler bir deniz, diğer mahlukatlarla beraber hepsi okyanus, tüm kainat ise sonsuz bir bahr-ı ummandır. Kur’an’ın nuru bu bahr-ı ummandan sadece bir damladır.
Tefekkür noktasından bizim nazarımıza belki bir damla, bir göl bir, deniz kafi gelebilir, lakin koca gözleri olan Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail (as) gibi varlıkların yanında bu alemler bir toz zerresi gibidir.
Hem kainat hem Kur’an onlarında kitabı, onlarında rehberidir, sadece insana bakmıyor.
Ayrıca Hazreti Peygamberimiz (asv)’in bu meleklerden daha üstün olduğu düşünüldüğünde, onun istifade alanının ne kadar geniş ve külli olduğu takdir edilir.
Özet olarak, Allah Kur’an’ın sayısız manalarını okuyacak sayısız mahlukatı ve nazarı yaratmıştır. Öyle ise okyanus tabiri hafif bile kalır.
Öyleyse gayret bizden, başarı ancak Allah’tandır
Cennetle cehennem arasında bir perde vardır.
A‘râf üzerinde de
cennetlik ve cehennemlikleri simalarından tanıyan
adamlar bulunur.
Onlar cennet ehline:
“Selâm size!” diye seslenirler.
Kendileri ise henüz cennete girmemiş,
fakat oraya girmeyi şiddetle arzulamaktadırlar. (1)
A‘râftakiler, simalarından tanıdıkları
cehennem ehli bazı adamlara seslenerek şöyle derler:
“Gördünüz ya,
ne kalabalık taraftarlarınız,
ne hesapsız servetiniz,
ne de kibirli tavırlarınız
bugün size bir fayda sağladı.” (2)
De ki:
“Siz alay edin bakalım!
Hiç şüphesiz Allah,
bilinmesinden çekindiğiniz o şeyleri
orta yere döküverecektir.” (7)
O gün, dünyada işlemiş oldukları bütün kötülükler
gözlerinin önüne konacak
ve daha önce alay edip durdukları
mahşer, hesap, azap gibi gerçekler
onları çepeçevre kuşatır.(9)
Yeryüzünde ne varsa hepsi,
hatta bir o kadarı daha zulmedenlerin olsa,
kıyâmet günü o korkunç azaptan
kendilerini kurtarmak için
hiç şüphesiz bunların hepsini fedâ ederlerdi.
Çünkü o gün
daha önce hiç hesaba katmadıkları kötü şeyler
Allah tarafından karşılarına çıkarılacaktır. (10)
Derken, yaptıkları ne kadar kötü iş varsa
karşılarına çıkacak
ve alay edip durdukları
cehennem kendilerini her yönden kuşatıverecektir. (11)
Derken şeytan,
gözlerinden gizlenmiş edep yerlerini açığa çıkarmak
ve fıtratlarında yer alıp da
o ana kadar farkında olmadıkları şehvet duygularını
kamçılayıp onları isyana sürüklemek için
her ikisine de fısıldayarak şu telkinde bulundu:
“Rabbiniz size bu ağacı,
sırf melek olmamanız
veya burada ebediyen kalmamanız için yasakladı.” (6)
Münafıklar, kalplerinde gizledikleri küfür,
düşmanlık ve hileleri yüzlerine vuracak
bir sûrenin tepelerine indirilmesinden çekiniyorlar,
buna rağmen yine de alay ediyorlar.
Ey iman edenler!
Namaza kalktığınızda yüzlerinizi,
dirseklere kadar ellerinizi
ve kollarınızı yıkayın,
başınıza meshedin
ve topuklara kadar da ayaklarınızı yıkayın!
Eğer cünüp iseniz güzelce yıkanıp temizlenin.
Şayet hasta veya yolcu olursanız
yahut biriniz tuvaletten gelirse
ya da eşlerinizle münâsebette bulunur da,
abdest veya gusül almanız gereken böyle durumlarda
su bulamazsanız,
o zaman temiz toprağa ellerinizi sürüp
onunla yüzlerinizi
ve dirseklere kadar kollarınızı meshedin.
Bu tür emirlerle
Allah size güçlük çıkarmak istemez;
bilakis şükredesiniz diye
sizi tertemiz kılmak
ve size olan nimetini tamamlamak ister. (3)
Ey iman edenler!
Sarhoş iken
ne söylediğinizi bilecek derecede ayıkıncaya,
cünüp iken de yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın.
Eğer hasta ya da yolcu iseniz
veya sizden biriniz abdestini bozmuşsa
veyahut kadınlarınızla münâsebette bulunmuşsanız;
bu durumlarda abdest alacak
veya yıkanacak su bulamazsanız,
o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin:
yüzünüzü ve kollarınızı onunla meshedin.
Doğrusu Allah, çok affedici,
çok bağışlayıcıdır. (4)
Sizi mutlaka biraz korku ve açlık ile;
biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden
noksanlaştırmak sûretiyle imtihan edeceğiz.
Sabredenleri müjdele! (13)
Size şunlar haram kılındı:
Kendiliğinden ölen murdar hayvan,
kan, domuz eti,
Allah’tan başkasının adına kesilen hayvanlar,
henüz canı çıkmadan yetişip
şartına uygun tarzda kestikleriniz dışında
boğularak, bir şey vurularak,
yukarıdan yuvarlanarak,
boynuzlanarak
yahut yırtıcı bir hayvan tarafından parçalanarak
ölen hayvanlar,
putlara ait sunaklarda kesilen hayvanlar
ve zar atarak, kumar oynayarak
elde edilen etler, yiyecekler.
Bunları yemek,
Allah’ın yolundan çıkmaktır.
Bugün artık kâfirler dîninizi söndürmekten
ve sizi dinden döndürmekten
ümitlerini kesmiş durumdadırlar.
O halde onlardan korkmayın, benden korkun.
Bugün sizin dîninizi kemâle erdirdim,
üzerinizdeki nimetimi tamamladım
ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.
Ancak kim açlıktan bunalıp çaresiz kalırsa,
günaha meyletmeksizin haram olan bu etlerden yiyebilir.
Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır,
engin merhamet sahibidir. (14)
O vakit siz bir insan öldürmüş,
bu konuda münâkaşa edip
suçu üzerinizden atmaya çalışmıştınız.
Halbuki Allah,
gizlediğiniz şeyleri mutlaka açığa çıkaracaktı. (5)
Gecesini kararttı,
gündüzünü aydınlık yaptı. (12)
Onlar babalarının emrettiği şekilde
Mısır’a girdiler.
Fakat bu tedbir,
Allah’ın onlar için yazdığı
hiçbir şeyi kendilerinden uzaklaştıramadı.
Ancak Yâkub, evlatlarını korumak maksadıyla
içindeki bir dileği yerine getirmiş oldu.
Şüphesiz o, kendisine öğrettiğimiz
husûsî bir ilim sahibiydi;
fakat insanların çoğu bunu bilmez. (8)
Medine halkının ve çevresindeki bedevîlerin,
savaşta Rasûlullah’tan geri kalmaları
ve ona gereken ihtimâmı göstermeyip
kendi canlarının ve başlarının derdine düşmeleri
olacak şey değildir.
Zira onlar ne zaman Allah yolunda
herhangi bir susuzluğa,
yorgunluğa ve açlığa düçar kalsalar;
kâfirleri öfkelendirecek biçimde
bir yere ayak basıp orayı ele geçirseler
ve bir şekilde düşmana karşı üstünlük sağlayıp
zafer kazansalar,
bunların her biri kendilerine
mutlaka birer sâlih amel olarak yazılır.
Çünkü Allah, iyilik eden
ve işini güzel yapanların mükâfatını
asla zâyi etmez. (15)
Allah ibret için bir ülkeyi örnek veriyor:
Bu ülkenin halkı emniyet ve huzur içinde yaşıyor;
rızıkları her taraftan bol bol geliyordu.
Sonra bunlar Allah’ın nimetlerine nankörlük edince,
Allah da yaptıklarına karşılık onlara
bütün benliklerini saran
bir açlığı ve korkuyu tattırdı.(16)
O da ne besleyecek, ne de açlığı giderecek! (17)
Yahut bir salgın açlık gününde yemek yedirmektir; (18)
Öyle bir Rab ki,
onları açlıktan kurtarıp doyurmuş
ve korkudan emin kılmıştır. (19)
(1) A’râf / 46. Ayet (2) A’râf / 48. Ayet (3) Mâide / 6. Ayet
(4) Nisâ / 43. Ayet (5) Bakara / 72. Ayet (6) A’râf / 20. Ayet
(7) Tevbe / 64. Ayet (8) Yusuf / 68. Ayet (9) Zümer / 48. Ayet
(10) Zümer / 47. Ayet (11) Câsiye / 33. Ayet (12) Nâziât / 29. Ayet
(13) Bakara / 155. Ayet (14) Mâide / 3. Ayet (15) Tevbe / 120. Ayet
(16) Nahl / 112. Ayet (17) Gâşiye / 7. Ayet 18) Beled / 14. Ayet
19) Kureyş / 4. Ayet