7
Yorum
30
Beğeni
0,0
Puan
660
Okunma

Kâinatta zerre dahi değildik
Kaderimiz "Kûn!" emriyle buluştu.
Katre olduk, kıyâm ettik eğildik
Candan içe yeni bir can oluştu...
Bir meleğin sînesine yaslandık
İnayet-i Rahmân ile beslendik
Elzem olan uzuvlarla süslendik
Varlığımız çehrede hoş gülüştü.
Karar hakkı naza kalsa çıkmazdık
İlelebet yüzer, aslâ bıkmazdık
Farklı âlem var deseler, bakmazdık
Makul süre dokuz aylık kalıştı.
An gelince; anıları dökerek
Düştük yola, üryan ve âh çekerek
Gül içinden gün yüzüne çıkarak
Gözlerimiz gökyüzüne alıştı...
Tarif için fazla söze ne gerek
Ol demeden oluyordu her dilek
Rayihası misk ü amber o melek
Gece gündüz bizim için çalıştı
Kırk yamalı çul olsa da eyninde
En şerefli pâye vardı boynunda
Can sütüyle kaslanırken koynunda
Aramızda sonsuz sevgi gelişti...
Kum saati sürat ile akarken
Yol uzundu, vakit henüz çok erken(!)
Gönlümüze uygun saray bakarken
Gözümüze kefen bezi ilişti
Hakikati haykırsa da her salâ
Sormuyorduk ne içindir musalla
Zaman denen şaka bilmez ukala
Anlarını ömrümüzle bölüştü
Anladık ki yalancıymış her bahar
Hiç kimseye yâr değilmiş bu diyâr
Sinden içe yoldan öte bir yol var
Göç etmenin diğer adı ölüştü...
Can verene baş eğ derken her başak
K/ayıp eder "z"ye esir bir kuşak
Anlaşılır, dönülünce son kavşak
Gaflet neymiş, ve bu nasıl dalıştı!
İkram deyip, kapımızı çalana
Hece sunduk, bal tadında... alana!
Sözüm, hâna kazık çakıp kalana
-ne bir ikaz, ne de korku salıştı-...
Mecit Aktürk