7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1192
Okunma

Son elvedası değil bu sükûnetin
Eğme başını…
Kulak kabart arşa…
Dönecek göçmen kuşlar
Kanatlarında bir dolu kahkahayla…
Masum bakışların çağırdı belki de
Bu düğünümsü baharı…
Dinle şimdi coşkusunu şelalenin
Serin suyundan içer gibi…
Ve dokunmadan hisset şeffaf kelebeğin
Kanat titreşimini ayalarında…
Bir karıncanın kan akışını damarlarından dinle
Yorgunluktan soluyarak…
Peltek dilli midir bülbül
Ya da sen kendi peltekliğini mi unuttun
Suskunluktan?
Yalnızlığa ifadelenişin kendi alfabenden
Geçiyor, değil mi?
Bir sükûnet deyince bin ayak sesi
Duyuluyor yüreğinin içinde…
Dile gelmez ki her gece çıkan
Toparlak suratlı ay,
Her gün doğan sarı sıcak güneş…
Senin yerine dillenmez ki…
Bir vapurun penceresindeki yaşlı kadında sensindir
Ya da soğuktan köşeye kıvrılmış yetim çocuk da…
Yürekle aklın sarmaş dolaş kovaladığı
Hayat labirenti yalnız bu bedende mi saklıdır?
Yalnızlık adlı kör kuyu mu oturacak hep
Sol yanımda?
Rüyalarımdaki sesim gerçekten benim mi acaba?
Son sevgiliye söyleyemediğim,
Yüzlerce şey aklımda…
Cananlarıma yazamadığım düş kırıklığı mektuplarım
İnan ki dilimin ucunda…
Ama sukunetin son vedası değil bu…
Ufukta kara bacalı tren
Ya yine bana ait olmayan kaderimse inen
Sükûnet ilk kez gelmiş gibi çökecek üstüme…
Silemiyor ellerim
Lügatimda yazılı sükûnet
Bendeki mealiyle ruh bozumu…