Herşeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir.Göz ise mâneviyatta kördür.
Bediüzzaman
Ömer Hayyam’ın esasen, yüz elli, iki yüz civarında rubaileri olduğu iddia edilmektedir. Buna rağmen piyasada bine yakın Hayyam’a ait olduğu söylenen dörtlükler bulunmaktadır. Hangilerinin Hayyam’a ait olup olmadığı ise kesin bir şekilde bilinmemektedir. Ancak bütün bu dörtlüklerin hepsi, Hayyam’ın, dini inancına, hayat felsefesine, yaşam tarzına, sosyal olaylara bakış açısına ve edebi sanatına temamen uygunluk göstermektedir. Elbette böyle bir tespit, bine yakın rubailerin Hayyam tarafından yazıldığını ispat etmez. Nasıl ki, bizdeki Nasreddin hocaya atfedilen fıkraların hepsi veya Yunus Emre ye ait olduğu söylenen şiirlerin tamamı, hoca Nasreddin’e ve Yunus Emre ye ait olduğunu göstermediği gibi .
Ömer Hayyâm, Şiirlerinde; Batıni, Mutezile anlayışı ile, Yüce Allahın kudret sıfatından gelen ve katiyen tam olarak takliti mümkün olmayan, kainattaki en büyük sanatı olan tabiat’ın yanında, hayat’ın hakikatını, sırlarını ve esrarını, ölümün bilinmeyen yönlerini göremeyip, bu konda acziyet içinde olduğunu, bu nedenle ümitsizliğini, tükenmişliğini çaresizliğini, iç aleminde özellikle aklında; akıl yolu ile, bir türlü çözemediğinden, bunu kendine dert edinmiştir.
“Dert söyletir, aşk ağlatır” sözünün, ruh hali içinde, kafasında binlerce cevabı olmayan meçhul sorular, fıtratın, ruh ve kalbinde ebediyet duygusunu tahrik etmesi sonucu, kendi alemindeki çelişkileri bir türlü çözemediğinden, kötümser ve karamsar bir şekilde düşünüp, elem ve ızdırap içinde tüm his duygularının üzüntüsünü dışa vurarak, güya kendi aklınca edebi sanat çerçevesinde bir çözüm yolu bulmuştur.
Ruhundan gelen doğru hakikatları hiçe sayarak, nefis ile şeytanın ve hayvani duygularında hoşuna giden, yaptığı aklen tevil ve tefsirler sonucu, akıcı ve kıvrak zekası ile eşi benzerine rastlanmayacak kadar bir edebi sanat çerçevesinde rubailer tarzında ümitsizliğini, çaresizliğini, üzüntüsünü dış alemine aktarmıştır.
Haşa; Cenabı Allah, onun Enbiya ve Evliyaları, İslam dininin haikatleri hakkında, İnkar ve alay ederek aşağılama, hicvederek gülünç duruma düşürme, tasvir ederekte hakikatları inkar etme yoluna gitmiştir. Gerçi bu konularda müsbet olarak az da olsa dörtlükleri bulunmasına rağmen, rubailerinin ekseriyetinde, inancı inkar ile dine savaş açmıştır. Ve bunu hayatında yaşam tarzı olarak benimseyerek uygulamıştır.
Ömer Hayyam, Şeytani, nefsani ve insanda bulunan hayvânî hisleri tahrik ederek, bu alemide sanki, ‘vur patlasın, çal oynasın, armut piş, ağzıma düş’ kabilinden eğlence mekanı olarak görür ve bütün yaşamını da bu şekilde devam ettirir bir tablo şeklinde göstermiştir.
Ömer Hayyam’ın bu tutum ile davranışı ve yaşantısı, bize şunu hatırlatmaktadır. Ömer Hayyam dönemin en büyük alimlerinden biri, hemde fıtri olarak çok zeki bir kişiliğe sahiptir. İç aleminde, yani akıl ve kalbinde, Allah inancını bir alimden beklenir tarzda çözemediğinden, Haşa Allah’ı, Peygamberi, İslam Dini hakkında, akıl ve kalbi, tatmin edici cevabı bulamayıca da, kendini şarap, şehvet ile dünya güzelliklerine verir. Bunların da ölüm nedeniyle geçici olduğunu görünce, felsefi olarak her şeyi sorgular, sorguladıkça da bir türlü bu bataklıktan çıkamaz. Çıkaması mümkün değildir. Çünkü Bediüzzaman’ın tespit ettiği gibi, “..Herşeyi madde de arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür.” (1) Diğer bir tespiti ise “...Arkadaş! Kalble ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da ulûm-i akliyeye tavaggul etmek nisbetindedir. Demek mânevî olan hastalıklar, insanları aklî ilimlere teşvik ve sevk eder. Ve akliyatla iştigal eden, emraz-ı kalbiyeye müptelâ olur...” (2)
Bu sebeble Bediüzzaman Risale-i Nurlar’ın asrımızda okunmasının ehemmiyetini şu şekilde ifade eder. “...Risale-i Nur, yalnız bir cüz'î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslamiyeti içine alan dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor; belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletlerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumî ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun, bâhusus avâm-ı müminînin istinadgâhları olan İslamî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılmasıyla, bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi Kur'an'ın i'câzıyla o geniş yaralarını, Kur'an'ın ve imanın ilaçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor...”(3)
İşte Ömer Hayyam, bu nedenle bütün ehl-i iman huzurunda ve gelecek kuşaklar karşısında Müseyleme-i El Kezzab durumundan daha da kötü bir duruma düşmüştür. Tüm müminler nazarında maskara olmuştur.
Hayyam, Kainatı keşfedip anlayıp yaşama konusunda, o dönem içinde yetiştiği İslam hakikatları ve kültüründeki en etkin olan hakim tevhit anlayışından ve ehli sünnet akidesinden temamen kopmuştur.
Ömer Hayyam’ın şiirleri, Sabahattin Eyuboğlu tarafından Türkçe’ye çevrilen, ve Cem Yayınevince yayınlanan “Hayyam Bütün Dörtlükler,” kitabından alınmıştır. Nazireler bu tercümeye göre yapılmıştır.
İşte Ömer Hayyam’ın Batıni, Mutezile anlayışı ile yazmış olduğu, Ehli Tevhit ve ehli sünnet akidesine uygun olmayan altmışiki adet rubailerine, bir cevap olarak böyle bir çalışma yaptım.
Cenabı Allah’ın, Peygamberimiz ve onun tüm Peygamberleri ile Evliyaların manevi huzurunda, inşallah kabul edilmesi dua ve niyazı ile, asırlar sonra yapılan acizane bir müdafa olarak siz okuyuculara sunuyorum.
Düzenleme:12.8.2020 00:34:48