Ellerinde buğday zehrini çeken yassı bir sunak var.
Ağzının kenarından,
Yüreğine inen bir meteor kütle.
Sen uzvunu kıramayan,
İffetsiz ve nutku tutulmuş bir gayya kuyusundasın.
Obruklardan çıkan erkeklerini besledin,
Yarı çıplak ya da gözleriyle soyan seni.
Elin
yeşil edebin kitabına verilen nankör bir eldi.
Şık ve muasır bir yangında kurtarılacak şey ise;
Kul hakkıydı.
İstediğin kadar rakamların,
Kibrinle biriken dağların olsun;
Bu kalbe uzattığın tırnakların kesilecek.
Sabrın adına ne
vakit ihanet değse,
Senin cisminle bütünleşmiş bir karanlık geliyor.
Sonra Ad kavminden bir suretle,
Benim develerimi alıkoyuyorsun.
Ben kimseye iltica etmeden daha,
Boyunlarını kesiyorsun.
Hiç bir adalet
Seni Ebreheden ayırmaz.
Bu Kâbe
aşk Kâbe’si,
Kıblesi mıhlanmış bir değirmen.
Özrünü de getirsen, affı muktedir kula yazılmış.
Bir dua gibi işte hayat,
Ya şükürdesin ya istekte,
Bir yanı fani bir yanı ilmin katında.
Çınarları koparan bu rüzgarlar
Ne
zaman gömülür senin kibir mezarlığına
Bilmiyorum.
Ama yoruldum....
Ahmet Serdar OĞUZ / TOKAT