0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
885
Okunma
31. REDDİYE (2007 için)
1.
üşütmekten kırılan bir gökyüzüydün
öyle anımsayacağız seni
bulutların konaklayınca dağların üstünde
ağlamaya dururduk elbirliğiyle
2.
yaşamayı başka türlü târif ederdin
uzantısı gibi ölümlerin ayrılıkların
bir harfin içinden kalkarak karmakarışık cümleler
her haklının rüyâsına darağaçları kurardın
3.
uzaklaştırdın bizden kokusunu sevincin
anlatmadın neden böyle davrandığını
akbabalara güvercinlerden neden daha çok
bağlandığını bize hiç anlatmadın
4.
sürebildiğimizce hep zakkum sürdük gövdemize
sen varken yuhalandık ve kezzapla yıkandık
bizden yana değildi şairlerin çığlığı
küstüğümüz bir şeye dönüştü sevda
pılını-pırtını topla hadi, git artık!
32. DÂVETİYE (2008 için)
1.
bizi hangi yeryüzü ısıtabilir
çözümsüz cebir denklemleri gibiyiz
yalpalayıp duruyoruz
ağzımızda bir sürü kan lekesi
yaz ikindilerini özlüyoruz gene de
deli günleri
2.
telli-duvaklı gelinler geliyor aklımıza
bulanık sulardan duru gülüşlere geçişlerimiz
bir kül yığınını yadsırcasına gelişen gizem
bir nar ağacı: dallarında salkım-saçak gençliğimiz
3.
solduğumuz yerden doğruluruz, herkes bilmeli
içimizdeki tanrısal kırılmayla yaşıtız çünkü
yoğunlaşan gök anlayacaksa anlasın sesimizi
4.
gel artık, kendini tanyerine eşitleyen
sihirli direnç, estetik öfke, insancıl kıvanç
sığlaşmayan çiçek anlayacaksa anlasın bizi
33. GÖKYÜZÜ BİRİKTİREN
ne akarsulara set çektiğim söylenebilir
ne fışkıran ay ışıklarına
yıldızlara suikast düzenlemekle de meşgûl değilim
amacım belli: begonyalarla aynı inanıştayım
acının iskelesinden geçmek için kol kola
göğsünde gökyüzü biriktiren o kumral kızı
bekledim bekledim bekledim bekledim
kalbimin küstah ve üstelik kıyısız kavşağında
34. NEYİN YANSIMASI O?
a.
insana sabahlar bile abanır
akşamlar değil salt
usullacık salınınca yelkenli
o kadınsı dalgalar
ayrımında olmazsan, neyin yansıması o
şehrin azı dişleri
ikide bir göğsümüzü dalayan
cankurtaran sireni
köşebaşında şu yaşlı dilenci
donmuş avuçlarını ovuşturuyor
mutluk nerde, bu hangi şarkısızlık
ve dilsiz kesilmişse sokaklar onun kahrından
sormazsam utancım büyüyecek
bu hangi yarınsızlık
anlaşılsın:
delikanlılar bezgin
sûretleri yenilgilere sınır
korkunç çekingen
pürüzsüz bir kovulmuşluk değilse
nedir dönendikleri
sevme dehlizlerinden
bulanık sularla yaşıt olmak kötüdür
duyurulsun
topuklarına dek kınalanmış taşralı kızlar
hep sayrılarevine sarkarlar neden
ayrılık ve ölümlerle alazlanırlar
tüy sesinde gömülürler kederlerine
şiirleri yetmişiki dilde basılan
yedi deryâ nâzım’ın nefis betimlediği
o insanlar, o insanlar, o insanlar
yorgan-döşek yığılırlar otogarlara
derviş gibi îmanlı, el-pençe dîvan
ne ana var, ne yavuklu, ne evlât
sâfi gurbet tüter sofralarında
yarımşar somunla azıcık zeytin
gider, şafak altında kusarlar nefretlerini
hırpâni kılıklarıyla meşhur ve sâkin
diz çökerek göklerin çatırtısına tümden
zemherîde kanatırlar yüreklerini
b.
keşke güvercinler bastırsalardı
caddelerin geniş şakaklarına
çağdaşlık adına iğrenç afişler
bu genelev sefâleti çok solgun
gürlemese dışarda
direklere defne dalı bağlasalardı
diye dövünür müsün
c.
işte her şey açık-seçik:
çırpınmıyorsa nabzın
mâviş atılımlarla
insana sabahlar bile abanır
akşamlar değil salt
ayrımında olmazsan, neyin yansıması o:
zorbalığın baskın çıkamaması gene
-milyonlarca çığlıkla parçalansa da günler-
sandallarda titreyen türkülerde
35. BEKLE!
a.
gözlerine geliyorum senin
elyazması özlemlere gömülü
senin saçlarına geliyorum
mis gibi bir yağmur sonrasını andıran
boynuna geliyorum senin
lodosların, şarkıların aşındırdığı
senin göğsüne geliyorum
bereketli bahçesine memelerinin
ağzına geliyorum senin
şiirin kan-revan coğrafyasına
b.
sen ki: ilkbahar kıvâmındasın
erguvan renginde vurulmadasın
aydınlık düşünceli nice gizdesin
sesimi turna sesiyle birleştirerek
anaç sabrına geliyorum, bekle!