İkimizde sevemedik kendimizi
kuruyan nehrin azalan suyu gibi
üşüyorduk iklim değişikliğinde
üzerimizde çöl toprağı örtüsü
sen rüzgarı ,ayı, yıldızı çok sevdin
ben dağı, denizi ve güneşi
yani senin kırmızı dokunuşların
benim mor gülüşlerim ve...
birbirimizi arıyorduk morötesinde
hayallerimiz tek hidrojen
çift oksijen çekiyordu
Sadece erguvan rengi
çiçekleri hatırlıyorum
çocukluğumdan,
yıkık duvarlar altına gizlenmiş
sinek ölülerinden bihaber,
üstünde orospu neşesiyle
uçuşan kelebek ve arıları
severdi bahçesi olmayan
bahçıvan
ismi vardı her bir
gülün
gamzesinde mesela
en çok sevdiğine Ayşe!
diye seslenirdi, dedem
sorsan peygamber efendimiz (s.a.v)
en
sevgili eşi,
incir ağacı altında şekerleme saatlerine
benzetirdim masum
yalanlarını
sabah incirleri, elmaları öğleden sonra
çalardık tırtıl gibi
çocuk doğuruyor analar
diye ana avrat düz giderdi,
öğretmen,
tatilinizi nerede geçirdiniz derdi
okulun ilk günü
oysa incir ve elmaların tadı
geçmişti kursağımızdan
sadece akşam üstü ayağıma takılan
taşın izi vardı alnımda
birlikte okumadığımız şiirler
doğmamıştı henüz
ya da proleterya sözcüğüne
dönmezdi dilim ve bir kitabın
ayraç tartışmasını yapmamıştık
sadece küskün bir kentin
renklerini hatırlıyorum şimdi
içine göçenler gelip geçtikçe
parmaklıklara dönen şehirleri
gelişmiş ülkeleri besleyen
ipek böceklerini
iştahı sorgulanan
çocukları
esrarengiz renkleri örmekten
yorgun düşmüş tetik parmaklarını ...
çöp adamlar gibi yanıyoruz halen...
[ italik ]